Bölüm 7

696 60 55
                                    

                       "Kar tanesi"

"Bu nasıl oldu?"

"Buzda kayarken bikini giymen için hangi dolandırıcı styliste para kaptırdın o kadar merak ediyorum ki."

"Şehrazat sana seksen milyon Türk insanının merak ettiği, o sürekli sorulan ama asla cevap vermediğin, uzatılan her mikrofonu geri çevirdiğin soruyu sorabilir miyim?"

Heyecanla omuzlarını dikleştirdi, kıyafetlerini ve saçlarını düzeltti ve gülümsedi. Sanki gerçekten röportaj vermek üzereydi.

"Hazırım, sor!"

"Sen salak mısın? Yoksa rol mü yapıyorsun?"

"Rol yapıyorum şekerim. Bu zamana kadar oyunculuğumu gündeme sokmamıştım ama madem sordun, en azından senin aksine ben rol yapıyorum. Salak karı! Uludağ'a gidiyorsun!"

  Yüzüme şarladığında kendimi geri çektim. Olan herşeyin üzerinden bir hafta geçmişti ve Aras ve ben, küçük bir tatile çıkıyorduk. Ve tabii ki olmazsa olmazlarımdan biri olan Şehrazat'ta bizimle geliyordu.
 
"Çocuk bir saat sonra kapıya dayanacak, Oya teyze çoktaaaan annemle bu mahalleyi bitirip bir arka sokağın dedikodusuna başladı ama benim nazlı Portakal'ım daha hazır değil. Tam olarak ne zaman hazırlanmayı düşünüyorsun kuşum?"

Hızlı bir şekilde çantayı toplamaya başladım. Şehrazat haklıydı. Aras birazdan burada olacaktı ve ben bu büyüyü bekletmek istemiyordum. Ve tabii ki benim evrensel şansımın verdiği yetkiyle birlikte kapı çalınıyordu.

"Allah'ım, ağzımdan çıktığı gibi gerçek olmasına bazen alınmıyor değilim. Ama bu bazen işe yaramıyor da değil."

Şehrazat, koşarak gitmiş ve kapıyı açmıştı.
  
  "Hazır mısınız?"

Sesi aslında tüm evi doldururken, sanki sadece bana fısıldıyor gibi hissediyordum. Elimde ki son eşyayı da bavula koyduktan sonra fermuarı çekip son bir kez ayna da kendime baktım. Bu olanlar, yaşadığım bu anlar, yabancısı olsam da tanımaya başladığım bu duygular, kendimi tanıyamama sebep olsa da yeni tanıştığım Portakal, bana güzel hissettiriyordu. İsmim, onun ağzından dökülürken bana şarkı melodisi gibi geliyordu.

  "Güzel görünüyorsun."

Onun sesinin tam dibimden geliyor oluşuyla birlikte yerimden sıçrayıverdim. "Turuncu yakışmış, tam ismine layık."

"Hıı, kelime oyunu yaptı Shakespeare. Ben de hazırım."

  "Haa, Shakespeare olayına tam gaz devam diyorsun, pekâla. Önden hanımlar."

   "Anlayabilene. Teşekkürler efendim!"

Arkamda olmasına rağmen güldüğünü hissedebiliyordum. Birinin güldüğünü hissedebilmek, dünya üzerinde hissettiğim en garip duyguydu. Ve ben bundan hoşnuttum. Gülüşünü hissettiğim tek kişi de bundan şikayetçi değildi.

"Gülme" dedim gülümserken. Bakışma aşamasından atışma aşamasına geçmiş olmak beni biraz daha rahat hissettiriyordu. Kelimelerim dar bir alanda değildi, ruhum her seferinde ona koşmak istese bile en azından gökyüzünde özgürce dolaşabilirdi.

Evden çıkmayı başarmış ve bavulları koca bagaja yastık gibi yerleştirdikten sonra en önde yerimi almıştım. Evet, Şehrazat beni öne oturtmuştu. İlerde bir gün Aras'la aramızda bir şey olursa, annemin şimdiden heyecanla dizdiği çeyizin yüzde yirmi beşini ona vermek zorundaydım.
  
  "Çok mu sıcak oldu?"

  "Neden ki?"

  "Kızardın da."

   "Kim ben mi?"

Portakal 🍊Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin