"Portakal.. Portakal... Portakal!"
Şehrazat'ın sesiyle birlikte fuar alanına geri dönmüştüm. Hayatımın tümü bir film şeridi gibi, HD şekilde geçmişti gözümün önünden. Az önce bir yazarı küçümsemiştim. Çokta pişman değildim ama bu saygısızlık benim kalbime oturmuştu.
" Şehrazat, ben ne yaptım.."
"Adama Shakespeare değilsin dedin. Aslında teknik olarak doğru bir şey söyledin çünkü o Aras Kılacar. Ama duygusal olarak adama sille vurmaya çalıştın."
Gözlerimi kısıp Şehrazat'a baktım. Kendi ellerimle yazdığım fermanı imzalar gibi konuşuyordu. "Allah razı olsun kardeşim, bilmiyordum."
Elimde ki kitabı tekrar ve tekrar aldı ve havada salladı. "Hadi gidip imza alalım."
"Yahu kızım delirdin mi? Adama az önce hakaret ettim be!"
"Tamam işte, özür dilersin!"
Elimden tuttu ve standın oraya çekmeye başladı. Kalabalık gittikçe azalırken, Aras Kılacar, gözlerini sürekli benim olduğum tarafa çeviriyor, gülüyor ve önüne geri dönüyordu. Ağzımın yayını kemana vurup çalasım geliyordu.
" Şehrazat, gitmesek mi? "
"Portakal, seni ağaç yaparım. Yürü yahu! Bu fırsat bir daha nereden eline geçecek? Bak insanlar azalıyor. Hadi, hadi diyorum!"
Onun dediğini bir kez daha kabul ederek onunla birlikte Aras Kılacar'ın standına doğru yürümeye başladık. Standa yaklaştıkça insanların heyecanları somut bir şekilde belli oluyordu. Demek ki gerçekten hayranı fazlaydı. Ve ben adama "bir Shakespeare değil ya?" gibi bir cümle kurmuştum. Yer yarıl, içine gireyim!
"Sıraya girelim lütfen." Güvenlik görevlisinin kolunu önümüze siper edişiyle duruverdik. Güvenlik görevlisi, mimiksiz bir şekilde bize bakıyordu. "Peki, tamam." dedim ve geriye çekildim. Fakat kalabalığın gürültüsünün içinden bir ses önümüzde duran adama seslendiğinde, başımı yana çevirdim.
"Sorun değil, o benim misafirim."
Şehrazat, ağzını yedi kilometre açarak gülümsemişti. "Yok devenim nalı."
"Portakal, sen gerçekten salaksın kızım. Adam senin için o benim misafirim dedi. Senin kurduğun cümleye bak."
Omuzlarımı silkip Aras Kılacar'a döndüm. Hızlı bir şekilde kitap imzalıyor, fotoğraf çekiliyordu. Genç kızların ona bakarken gözlerinin içi parlıyorken, o sadece yorgun bir şekilde gülümseyebiliyordu. Güvenlik görevlisi kolunu indirdi ve geçmemize izin verdi.
"Teşekkürler"
Cevap bile vermedi. İnsanlar, Aras Kılacar'ın 'benim misafirim' cümlesinden sonra gözlerini bana doğru çevirmişti. Sanki bir robot sürüsüyle bakışıyordum. Çünkü herkes aynı bakışı atıyordu. "Kim bu haspa?"
Haklılardı. Benim hiçbir özel yanım yoktu ve buna rağmen Aras Kılacar benim için 'benim misafirim' ifadesini kullanmıştı. Annemin izlediği dizilerde buna 'aaay!' diyerek katı halden pelte hale geçen genç kızların aksine, ölüm tehdidi yardıran bakışlardan kaçmak amacıyla arkamı döndüm. Bu kadar kıskanacak ne vardı? O kadar da yakışıklı biri değildi..
Allah çarpacak şimdi.
Şehrazat, tıpkı fuarın kapısında olduğu gibi heyecanlanan küçük kız çocukları gibi kıpırdanıyordu yerinde. Hareketlerinden anladığım kadarıyla bayağı sevdiği bir yazardı. Onunla en son okul mezuniyetinde bu şekilde yan yana duruyorduk. Bu da dört ay öncesine varıyordu. Dört ay boyunca kendimi eve, odaya kapatmıştım. Bir tek annemle yemek yemek için veyahut babam yoldan geldiğinde onunla vakit geçirmek için odadan çıkıyordum. Bu tıpkı yılda bir büyük ormana kampa gitmeye benziyordu. O kadar çok kitap okumuş, o kadar çok meditasyon yapmış, o kadar çok dinlemiştim ki, şu an bir savaş olsa fiziksel olarak ön cephede savaşabilirdim. Ruhen? Kaybolmuştum.