"Seninle tanıştıktan sonra anladım ki, hayatımın tümünde geçerli olan o büyük şansı kullandım. Sen benim en büyük şansımsın."
Odunlar ateşte çatırdayarak yanarken, sessizce oturup ateşi izliyordum onun kolları arasında. Saç tellerimin arasında eriyen kar taneleri sayesinde saçlarım yarı ıslak yarı kuru bir şekilde omuzlarımdan iniyordu. Sırtımı onun bedenine, başımı ise omzuna yaslamıştım. Gecenin sessizliği tüm oteli etkisi altına alırken, bu sessizlikte duyulan kalp atışlarımız bizi ele veriyordu.
"Buranın havası çok başka, çok sevdim." dedim kısık bir sesle. Sesimi biraz yükseltirsem her an büyü bozulabilirmiş gibi hissediyordum. Bir tutam saçımı diğerlerinden ayırmış bir şekilde parmağında dolayarak kıvrımlar oluşturarak mırıldanıyordu.
"Eğer sevdiysen, benim de sevmemde bir sakınca yok demektir."
"Nasıl yani? Ben sevdiğim için mi seveceksin?"
"Neden olmasın?" dedi sakince ve gülümseyerek. Oturduğum yerde doğrulup ona döndüğümde, ateş ışığının yüzüne ayrı bir çekicilik kattığını yeni farkına varabilmiştim. Yüz hatları tam anlamıyla ortaya çıkıvermişti. "Seni sevdiğim gibi, senin sevdiğin şeyleri de sevebilirim."
"Ya şımarırsam? Ya abartırsam her şeyi, mahvedersem?"
"İstediğin kadar şımar, istediğin kadar abart her şeyi. Mahvettiğin ne varsa onarmaya hazırım."
Sözleri öylesine işliyordu ki kalbime, nefesimin kesildiğini bile anlayamamıştım o an. Bakışları altında eriyip gitmekten korkuyordum. Sevgisinin altında ezilmekten ve onu yeteri kadar sevememekten. Yüzünü ellerimin arasına aldığımda gözlerine daha da yakından bakmaya başladım. Sanki tüm dünya, tüm evren onun gözlerinde saklı gibi hissettiriyordu.
"Portakal" dedi fısıldayarak. Nefesi, tenimde çarptığı noktayı tam bir cehenneme çevirmişken, yutkunup onu dinlemekle kalmıştım. "Çok güzel gözlerin var."
"Aras, beni utandırıyorsun."
Gülümsedi. Aramızda kalan o ufak mesafeyi kapatmak üzereyken durdu ve yün ceketinin cebinden ufak bir kutu çıkardı. O ana kadar kalbimin ne kadar hızlı attığını ve bu ritme bağlı bütün vücudumun sarsıldığını anlayamamışken, kutunun kapağı yavaşça açılırken sırıttım bir kez daha. Kutu açıldığında gözlerim daha bir irileşmiş, kalbim daha hızlı çarpmıştı. İnce tellerin arasına sarılmış bir kehribar taşından yüzük, ateşin yaydığı ışıkla daha da güzel görünüyordu.
"Aras, bu çok güzel."
"Senden güzel olmasın. Bana her seferinde bakışlarını hatırlatıyor. Ben de bulduğum ilk yerde alıp yüzük yaptım."
" Ne? Sen mi yaptın! Oha, yani çok güzel."
Kahkaha attığında sesi tüm sessizliğin içine karışmıştı. Bedenimi onun bedenine yeniden yasladıktan sonra, sağ elimi tuttu ve yüzüğü sol parmağıma geçirdi naifçe. Gözlerimi yüzükten çekemiyordum.
"Aras, hayatıma girdiğin için teşekkür ederim. Seni tanımadan önce, pişirilmeyi unutulmuş bir tuğladan farksızdım. Tek farkım, nefes alıyordum. Ama o gün, fuardan sonra eve gittiğimde, ruhumun eski ruhum olmadığını fark ettim ben. Aynaya baktığımda gördüğüm Portakal'ın eski Portakal olmadığını. İsmimle dalga geçmeyen nadir kişilerdensin."
Cümlemi bitirdiğimde bir kez daha ona döndü bedenim. Yüzünü ellerimin arasına alıp, her zerresini inceledim yavaş yavaş. Artık emindim, Aras Kılacar'a geri dönüşü imkansız bir şekilde aşık olmuştum.