bölüm 10

263 32 21
                                    


...

Kollarımı Doruk'un boynuna doladığımda, Aras ve Şehrazat'ın garip bakışlarına aldıramadan sıkı sıkı sarıldım. "Sen buralara gelir miydin?"

"Eniştemi duydum, desteğe ihtiyacın olduğunu hissettim."

Yaşı dinmeyen gözlerim bir kez daha yanmaya başladığında, boğazıma dizilen hıçkırıklarım kahkahalarıma karışmıştı. Onu elinden tutup benimkilerin yanına götürdüğümde Aras kaşlarını çatmış, Şehrazat hayran hayran bakıyordu.

"Oğluum! Hoşgeldin kuzum."

"Hoşbuldum teyzem. Annemin çok selamı var, baş sağlığı diledi."

Anneme de sıkı sıkı sarıldıktan sonra bize döndü. Şehrazat ağzı açık bir şekilde bakarken, boğazımı temizleyerek onu dürttüm. "Bu benim çocukluk arkadaşım Şehrazat. Hem anasınıfı, hem ilkokul, ortaokul, lise ve şimdi de üniversite."

"Paylaşmadığımız bir ana rahmi kaldı" dedi ve kahkaha attı. Şehrazat'ın bu halleri bana çok tanıdık gelmişti, en son ortaokulda ön sırada ki çocuğa aşık olduğunda bu kadar saçma davranıyordu.
"Şehrazat, gerizekâlı mısın diyeceğim boş bir soru olacak!"

Aras'ın elini tutup öne çıkardığımda Doruk, sinsi bakışlarla bana bakıyordu.
"Enişte mi?"

"Doruk. Evet, erkek arkadaşım."

Doruk, Aras ile el tokalaşırken, kaşlarını çattığında ne sormak istediğini anlamışcasına gülümsedim. "Aras Kılacar."

"Şaka."

"Yok değil."

Herkes kahkaha atmış, sonrasında koltuklara yayılmıştık. Ev çok sessizdi, annemin ağlama krizleri sonrası Şehrazat'ın annesi Fidan Teyze, onu kendilerine götürmüş ve Şehrazat ile beni  burada bırakmıştı. Hava kararmaya başladığında, karanlık eve sis gibi çökmüştü. Işıkları açmaya kimse kalkmadığından, karanlık gittikçe yüzlerimizi siliyordu gözlerimizden. Aras'ın parmakları saçlarımın arasında dans ediyordu. Herkes uyumaya yüz tutmuşken, Doruk yerinde kıpırdandı.

"Ne kadar sıkıcısınız! Bir şeyler yapalım, yürüyüş yapalım, mesela bu saatte hunharca yemek yiyelim."

"Ben bu fikri sevdim!" dedi Şehrazat bir anda yerinde doğrularak. Şeytani bir sırıtışla ona bakarken fısıldadım. "Aa, ne tesadüf!"

"Seni yolarım Porti."

Ona gülümserken başımı, göğsünde yattığım Aras'a çevirdim. Gözlerimiz buluştuğunda bana önce gülümsedi, yüzünü yüzüme doğru eğip burnuma küçük bir buse bırakıp çekildi. Bu hareketi aşırı hoşuma gitmişti, bunu belirten mırıltılarla diğerlerine döndüm.

"Siz yiyin, ben biraz uyumak istiyorum."

   Onları geride bırakıp odama çıkarken tüm gözlerin bana eşlik ettiğini iliklerime kadar hissetsem bile dönüp bakmamış ve odama girmiştim. Bu oda, bir yatak odasından daha fazlaydı benim için. Kapının önüne bıraktığım düşüncelerden kurtulmak ve saklanmak için muhteşem bir sığınaktı. Fakat şimdi neden düşüncelerimden kurtulamıyordum? Hoş, içimde beni yakan şey düşüncelerimin ağırlığı değil vicdanımın azabıydı. Tıpkı kor aleve tutulmuş bir demir damga gibi, her saniye kalbim içten içe yanıyordu. Birini kaybetmiş olmanın acısından dah fazlaydı beni mahveden. Onu en son gördüğümde ağzımdan çıkan hiçbir cümleye dikkat etmeden, sadece içimde birikmiş olan öfke ile konuşmuştum. Ve şimdi o yoktu.

  Hayatın en acı tarafı da buydu sanırım. Sen birine tüm öfkeni kusarsın ve Tanrı onu alır. Belki benim sevgime layık görmediğinden, belki de böyle bir kişiliğin daha fazla yer yüzünde bulunmasını istemediğinden.

Kendimi yatağıma bıraktım, derin bir nefes alarak sırt üstü yatmıştım. "Şimdi kıyamet kopsa" diye geçirdim içimden. Sanırım içimde kurumaya yüz tutmuş tüm ağaç dalları tamamen çürümeye başlamıştı. Babam artık hayatta değildi, ve o bu hayattan giderken benden büyük bir parça aldığınında yeni farkına varıyordum. Sanırım içimde ki bu burukluk artık daimi olarak orada kalacaktı.

  Kapı aralandığında, yavaşça kapanan gözlerimi kapının önüne duran Aras'a baktım. Kıpkırmızı olan gözleriyle, çekingen bakışlarıyla bana bakıyordu. Ona gelmesini söylediğimde buruk bir şekilde gülümsedi ve odaya girip kapıyı hafif açık bıraktı, yanlış düşünmelerini istemedi. Onun bu ince ruhu benim aklımı başımdan almaya bile yetiyordu.

  "İyi misin?" dedi kısık sesle. Gözlerimin uykuya teslim olmak üzere olduğunu fark etse bile direndiğimi de fark etmişti.

"Bilmiyorum iyi miyim. Hiçbir şey bilmiyorum. Hiçbir şey hissetmiyorum. Ağlamamam gerekir mi bilmiyorum, onunla en son geçirdiğim an çok kötü sonlanmıştı. Vicdanımı susturamıyorum Aras, kulağımın dibinde çığlık atıyor."

"Bilirim nasıl bir şey olduğunu." dedi ve yanıma uzanıp gözlerimin içine baktı, dirseği ve eli yardımıyla başını desteklerken boşta kalan eli ile saçımı parmaklarına doluyor ve oynuyordu.

"Ben babamı kaybettiğimde on yedi veyahut on sekiz yaşındaydım, tam hatırlamıyorum. Annemle araları biraz limoniydi o gün. Çok saçma bir sebepten dolayı kavga etmişlerdi ama hep birbirlerine sevgi gösterirlerdi. O gün, babamla çok büyük bir kavga ettik. Nedenini hatırlamıyorum ama ona çok kötü bir söz söyledim. Bir saat, Portakal." dedi ve sustu. İsmimi söylediğinde sesi çatlamıştı. Elimi yüzüne yerleştirdiğimde yutkundu, avcumun ortasına derin bir öpücük bıraktı.

"Anlatmak zorunda değilsin, ben anladım. Kendini zorunlu hissetme. Kalbin hala acıyor mu? Hala vicdan azabı çekiyor musun?"

"Kelimelerimi sırf babama adadığım bir kitabım bile var, ama hala içim soğumuyor." dedi ve saçlarımı okşadı. "Bir insan, sevdiği birini kaybettiğinde kalbinde kırk mum yanarmış. Otuz dokuz gün boyunca, her gün bir mum söner, kırkıncı mum hep yanarmış. O mum asla sönmeyecek Portakal. Ama ben her zaman senin yanında olacağım."

"Söz mü?"

İçindeki burukluğu en saf haliyle göstererek gülümsemiş ve beklenmedik bir hamle ile kirpiklerimin üzerine birer buse bırakmıştı. Ve sonra bana yeniden baktı, gözleri daha da kızarmıştı. "Söz. Hatta yemin ediyorum."


  Ona sımsıkı sarıldım. Bu hayatta sığınabileceğim tek liman o kalmıştı. Annem, kendi kendini yönetebilen bir kadındı. Onun gücüne olan hayranlığım, ona olan bağlılığımla aynı güçteydi. O benim tüm hayatımın kendisiydi. Ve şimdi hayatımda Aras vardı. Kalbimde yıllarca hissettiğim o büyük boşluğu dolduran, bana aşkın sadece üç harften ibaret olmadığını, derinlerine indikçe güzelleşen bir hayatın olduğunu öğretmişti. Ona aşıktım, ona sığınmak ve onunla ölümü karşılamayı arzuluyordum.

Gözlerini gözlerime sabitlemişken gülümsedim. Tam o an, dudaklarından dökülen birkaç cümle ile ruhumun ona bağlandığını tam olarak hissetmiştim.

"Tesadüf seni karşıma çıkarmasaydı eğer, ben yine aynı şekilde fakat her şeyden  habersiz yaşamaya devam edecektim. Sen bana dünyada başka bir hayatın da olduğunu, benim de bir ruhum bulunduğunu öğrettin."

dedi ve kulağıma fısıldadı. "Seni çok seviyorum Portakal."

Portakal 🍊Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin