bıktım dünyanın kahrından, vur sineme öldür beni.

15.2K 2.2K 889
                                    

bölüm başlığı kirpiklerini ok eyle türküsünden ama vur sineme öldür beni şeklinde aratırsanız onlarca yorumunu bulabilirsiniz.. ama ben bölümü haramiler - mavi duvar dinleyerek yazdım.

umarım bölümü çokça seversiniz? okumaya bırakıyorum sizi...

kalbimin artık sıradan bir organ olmadığını hissediyordum. kendini acındırma konusunda her canlıyı aşmıştı artık. içinde güm güm attığı kaburgalarım ona dar geliyordu. varolduğundan beri içerisindeydi oysa.. neden şimdi böylesine kıvranıyor, göğsümü dövüyordu?

taehyung'un evinin önünde yaklaşık iki dakika öylece durdum. bakışlarım elimdeki ağrı kesicide, kırık kaldırım taşında, erken yanmış sokak lambasında falandı ancak aklım çok başka yerlerdeydi. tüm dünyam en başından beri griymiş, hep bildiğim şey bu olduğundan herkesin yaşamını da öyle sanıyormuşum da; aslında yavaş yavaş diğer renkleri gördükçe en derinime damla damla melankoli yerleşiyormuş gibiydi.

sonra yerimden kıpırdadım. önce dükkana gittim. bayan park'a lazım olan şeyleri poşetledim teker teker. düşünceliydim. iki kez yanlış paketleme yaptım. her şeyi yeniden ayarlamak zorunda kaldım. ancak sorun olmadı. zihnimi oyalıyordu. bir paket süt-neden böyleyim ben? domates-iyi bir ağabey değil miyim? neden bana anlatmak yerine gidip taehyung ile konuştu? peki ya, domatesin miktarı neydi ki?

en sonunda her şeyi yerli yerinde yaptım. parkların ev yolunda tempo tuttum. söylediğim vakitten biraz geç vardım. taehyung ile atışmasak, kafamın içerisine tutup da bir güve yerleştirmese belki hiç gitmezdim. yine de olmuşa yapacağım yoktu. kapıyı çaldım. anaç bir tavırla içeri davet edildim. gülümsemeye çalışarak reddettim. gülmekte zorlanmazdım aslında ama taehyung.. bir şeyler yapmıştı bana. suratımdan hüzün akıyordu. pandomim simgesi olan iki maskeden suratı asık olandım.

bayan park'a istediklerini uzattım. avcuma parayı bıraktı. biraz eksik koymuştu. önemsemedim. belki o da fark etmemişti. aceleyle elime tutuşturduğu saklama kabını sıkıca tuttum. eksik parayı, bana verdiği domates çorbasına saydım. az da olsa keyiflenmiştim bununla. ufaktı ama. en azından hastalığım daha iyiye gidebilirdi çorba sayesinde.

bayan park ile kısaca sohbet ettik. konuşmamızı kısa tuttum. yetişeceğim bir yer varmış gibi davrandım. o sohbete fazla istekliydi. jimin hakkında sorular sormak istediği barizdi. okulu, parası, sigarası... tahmin edebiliyordum. tekrar teşekkür ettim. koşar adım yokuşu indim. ayakkabılarım asfaltı dövüyordu. eve dönüyordum. bu saatte eve uğradığım pek görülmezdi. sadece soojun'un evde olduğunu biliyordum. onunla konuşmalıydım.

kendi kendimi dolduruşa getirmemeye çabalıyordum. kendi ilgisizliğimin, daha doğrusu buna zorunda bırakılışımın kahrını kardeşime çektirecek değildim. yine de taehyung ile benden daha yakın olması kalbime dokundu işte. üstüne üstlük o herifin beni hastayken iyi niyetiyle kandırıp sonra çöp gibi kapı dışarı etmesi de sinirlerimi bozdu. geri dönüp suratını dağıtma isteğime ayak diredim. çok ama çok fazla öfkeleniyordum. en çoğu kendimeydi.

sinirimle savaşırken eve vardım. çorbayı dökülmemesi için sıkı sıkıya tuttum. zile iki kez bastım. zeminde sürüklenen terlik seslerini duydum. kapıyı annem açtı. üzerinde buz mavisi hırkası vardı. dirseğine değin sıyrılmıştı kolları. tepeden sıkıca toplamıştı saçlarını. tutamların omzunu süpürmeyişinden anladım. yüzüne bakmadım bile. eve geldiğim için beni azarlayabilirdi. işte olmalıydım sonuçta. it kopuk gibi gezip serserilik ettiğimi düşünebilirdi. hastalıktan yılana sarıldığımı bilmezdi. ben bile gittikten sonra öğrendim, fark ettim. taehyung sarılmaktan bahsetmek dahi istemeyeceğim bir yılandı. en beteriydi. çorbanın olduğu kabı aynı hızla annemin eline tutuşturdum.

litost. ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin