Bölümün ve Hatta Kitabın En Özel Şarkısı: Mickael Miro- L'horloge Tourne. (Kitabımın esin kaynağı olan şarkıdır. Güzel sanatçıya sonsuz teşekkürler.. :D )
Bazı anlaşmalar, kaybetmek için imzalanırdı. Kazananları olmazdı hiç, çünkü amaçları kazanmak olmazdı. Kaybetmek için var olur ve yine kaybedenlerle beraber kaybolup giderlerdi. Tıpkı Nick'le benim anlaşmam gibi..
Odamın duvarına asılı boy aynasında kendimi izlemeye devam ediyordum. Kendi bakış açımdan fazla ince bacaklarım, her zamanki gibi giydiğim siyah elbisenin açık bıraktığı ölçüde kötü görünmüştü gözüme. Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de bacaklarımı daha da zayıf gösteren siyah bir külotlu çorap giymiştim. Kim bilir belki de söylentiler doğruydu, siyah insanı zayıf gösteriyordu. Bu efsaneyi umursayacak olsaydım benim kesinlikle siyah giymem yasaklanmış olurdu, şimdilik geçtim bu detayı.
Uzun kollu ve kısmen kalın sayılan kışlık elbisemi son kez düzelttim ve açıkta bıraktığım uzun saçlarımı bugün bir değişiklik yaparak abartısız bir topuz yaptım. Aynadaki görüntüm umutsuzdu, ki bu benim alışkın olduğum bir durum sayılmazdı. Ben daima yaşamak ve bu durumdan zevk almak için nedenler üreten biriydim. Ne olmuştu bana böyle?
Sanki tüm yaşam enerjimi sömüren bir adam vardı direnmek zorunda olduğum. Her ne olursa olsun pes etmeden onun acımasız fırtınasında ayakta kalabilmeliydim. Gereklilik kipiyle dolup taşan cümlelerime inat zihnimde sadece soru işaretleri vardı. Ve asla cevaplayamadığım o bilindik soru: Peki ama nasıl?
Telefonumun titrediğini görünce masadan aldım ve bir miktar parayla beraber giydiğim montun cebine attım. Bugün çanta almayacaktım, zaten fazla uzun kalacağımı sanmıyordum. Ayağıma geçirdiğim topuksuz çizmelerin yere temas ediş sesinin ritmik tınısıyla kendimi sakinleştirerek kapının önüne çıktım.
Yolun karşısında bekleyen arabayı fark ettim fakat bu daha önce gördüğüm siyah jip değildi. Fazla gösterişli ve ultra lüks siyah spor bir arabaydı. Sokak lambalarının yarattığı loşluk yüzünden arabanın modelini anlamam münkün değildi, aslında arabalardan anlayan biri de sayılmazdım. Yavaş adımlarla karşıya geçtim ve beni bekleyenin Nick olduğundan emin olmak istercesine bilerek biraz da oyalandım. Siyah filmle kaplı cam aşağıya indiğinde gözlerime değen masmavi gözlerinin soğukluğunu içime çekip kapıyı açtım ve hızlıca oturdum.
"Gelmeyi düşünmediğini sanmıştım." dedi gözlerini önündeki yolda sabitleyerek.
"Anlaşma yapmıştık." dedim ona aldırmayarak. "Bu yüzden buradayım."
Direksiyonu kavrayan ellerinin boğumları beyazlamıştı ama yine de önümüzdeki gergin dakikaları umursamadığı her halinden belliydi. Sahi o neden umursayacaktı ki? Hakareti yiyen, kendi çapında dışlanan ve sonunda el mahkum Nick'in her dediğini yapan ben değil miydim? Düşünmeyi bırakıp gözlerimi yanımızdan hızlıca geçip giden ışıklı binalara diktim. Arkalarında kim bilir ne huzur dolu yuvaları gizliyordu bu sıradan beton yığınları. Zaten her zaman en mükemmel şeyler en sıradan peketlerle sunulmaz mıydı elimize?
"Ne düşünüyorsun?" Tek elini artık fazlasıyla uzamış olan saçlarından geçirdi ve alnına düşen bir tutamı istemsizce geriye iteledi.
"Bilmiyorum." dedim ona bakmayı kesmeyerek. "Aklımdan sayısız düşünce geçiyor ve ben şu an hangisini düşündüğümü bilmiyorum."
Ufak bir kahkaha attı. "Anlıyorum." dedi sonra da insana huzur veren sesiyle.
Geçen gün zihnimde fazlasıyla kötü anılar oluşturan evin önünde durduğumuzda son kez bana baktı ve "Elinden gelenin en iyisini yap." diyerek sırıttı o çarpık, insanı eriten gülümsemesiyle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PİYANİST
Jugendliteratur"Senden nefret ediyorum." dedim bunu neden söylediğimi bilmeden. Sadece söylemek istemiştim, çoğu zaman yapardım bunu "Biliyorum." dedi usulce. "Biliyorum." Ellerini başından çekti ve gözlerini üzerime dikti. Göz bebekleri büyümüştü ve mavi gözlerin...