Bölüm 17: İhtimal

562 56 11
                                    

Bölüm Şarkısı: Dido- White Flag

Yaz da diğer her şey gibi geçip gitti usulca. Günler birbiri ardına akıp giderken gözyaşları tükenmiş, yapraklar çoktan dökülmeye başlamıştı kurumaya yüz tutmuş ağaç dallarından.

Adımlarımı sıklaştırdım okulun ilk günü geç kalmak istemeyen bir öğrenci edasıyla. Halbuki okul denen kavramı umursamayı bırakalı aylar olmuştu. Kaldırımda bir yerlere yetişmeye çalışan huzursuz kalabalıktan biriydim şimdi. Ne yöne gittiği belli olmayan insanlara çarpa çarpa ilerlemeye çalışırken otobüs durağına varmıştım çoktan. Uzun süredir tuttuğum soluğumu bıraktım ve temiz havayı içime çektim. Ekim ayının ilk günüydü ve hava fazlasıyla serinlemişti. Üzerimdeki ceketin kollarını hafifçe sündürüp uzattım ve parmaklarımla sıkıca kavradım.

Geçen her otobüse sırasıyla bakıyordum ama benim beklediğim otobüs gelmemekte fazlasıyla ısrarcıydı büyük ihtimalle ki henüz görünürde yoktu. Duraktaki kalabalık geçen her dakika azalırken günümün şanssız geçeceğine dair hiçbir şüphem kalmamıştı artık. Yaklaşık yarım saattir önünde dikildiğim durak fazlasıyla tenhalaşmış, şehrin amansız kalabalığı sanki birden bire ortadan kaybolmuştu. Tuhaf bir duygu benliğimi sardı ama ne olduğunu anlayamadan dakikalardır beklediğim otobüsün köşeyi döndüğünü fark ettim ve beni görmesi için ileriye doğru çıktım.

Otobüse adım atar atmaz burnuma dolan o keskin ter ve tütün karışımı kokuya lanet ederek kendime uygun bir pencere kenarı yer bulup oturdum. Otobüslerden nefret ederdim. Kalabalığa karşı zerre kadar ilgim yoktu, tüm günü tek başıma geçirsem en ufak rahatsızlık duymazdım ama İstanbul'a aşıktım. Gürültü benlik bir şey değildi ama son ses metal dinlerdim. Ben ironiydim, ironinin beden bulmuş haliydim. Kafamı yasladığım pencere otobüsün hareket edişiyle beraber titreyince isteksizce ayırdım başımı camdan.

Kulaklıklarımı takmadığım için büyük bir pişmanlık hissettim aynı saniye, karşı koltukta annesinin kucağında ağlayan bebeğe diktim gözlerimi susması için yalvararak adeta. Bakışlarımı yanlış anlamış olacak ki daha da artırdı hıçkırıklarını. Çevirdim başımı tekrar camdan yana.. Umutsuz bir bekleyişi geride bırakmıştım, her ne kadar öyle olmadığını bilsem de kendime itiraf etmeye çekiniyordum işte. Unutmak fazla kolay bir kavram değildi.

Otobüsün diğer durakta durmasıyla sarsıldım aniden ve bakışlarımı ayırmadığım pencere sanki bambaşka bir boyuta açılmış gibiydi. Durakta oturan insanlar vardı görüntüde. İnsanlar kayboldu aniden ta ki içlerinden sadece biri kalana dek.. Koyu renk dalgalı saçlar siyah bir bereyle örtülmüş fakat bereden kurtulmayı başarabilen birkaç tutam düzensizce alnına dökülmüştü. Üzerinde v yaka beyaz bir tişört ve siyah bir pantolon vardı. Sıkıca kavradığı deri ceketi hafif esen sonbahar rüzgarıyla sallanıyor ve genç adamın deniz mavisi gözleri sanki bir şeyleri arıyormuş gibi etrafta geziniyordu.

Kendi kendime gülümsedim bir an. İşte yine başlıyorduk. "Jean-Pierre.." dedim titrek bir sesle. Ardı ardına kırpıştırdım kirpiklerimi. Hayal olduğunu biliyordum elbette. Fakat bu hayali yaşamayalı uzun zaman olmuştu. Deniz kıyısındaki büyük hatamdan sonra öğrenmiştim onun asla gelemeyeceğini. Öğrenmiştim artık onun geçmişte kaldığını ve sonsuza dek orada kalması gerektiğini. Yine de yapamadım, o olmadığını bile bile kalktım yerimden. Aceleyle yaklaştım kapıya ve inmeye çalışan insanları beklemeye başladım. Gözlerim hala durakta bekleyen genç adamdaydı. Git gide inanmaya başlamıştım o olduğuna. İrademe söz geçiremiyordum, ayaklarım bana itaat etmeyi çoktan bırakmıştı. Umutsuz vakaydım işte ben. Belki de fazlasıyla kontrolsüz.

Önümdeki herkes indiğinde ileriye doru bir adım attım fakat inemedim. Kapıda öylece bekliyordum. Saniyeler sonra görevlinin sinirli sesi duyuldu önlerden bir yerden.

PİYANİSTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin