Bölüm 13: Bedel (2)

578 52 8
                                    

Bölüm Şarkısı: Keane- Somewhere Only We Know

O önde bense birkaç adım gerisinde konuşmadan ilerliyorduk. Attığım her adımla kulaklarıma dolan ses dışında etraf oldukça sessizdi. Konuşmuyordu, genelde de konuşmazdı zaten. Bir şeyler anlatmayı seven kişi bendim ne de olsa, o değil.

Deniz kenarından artık oldukça uzaklaştığımızın farkındaydım. Beni nereye götürdüğünü bilmiyordum. Belki de kendi ellerimle beni kaçırmasına müsaade ediyordum. Ona inanmak için hiçbir sebebim yokken daima kendimi ona inanırken buluyordum. Hata üstüne hata yaparken kendimi asla olmadığım biri gibi görmeye başlamıştım artık. Sanki değişiyordum, eski garanticiliğim gitmişti. Sağlam adım atmak dışında bir şey düşünmeyen ben, şimdi sadece adım atma derdinde biri olmuştum. Adımlarım sarsaktı, minik bir çocuğun ilk adımları kadar güvensiz ve tehlikeli.

Nereye doğru aktığını dahi bilmediğim bir nehrin kollarına teslim etmiştim benliğimi. Her nehir bir şelaleyle mi sonlanırdı? Öyleyse düşmem an meselesi sayılırdı.. Fakat hala umrumda değil gibi hissediyordum. Sanki içinde Jean-Pierre olduğu sürece hata kavramı anlamını yitiriyor gibiydi.

Sessizliği bozan o oldu.

"Bu işin sorumlusu benim. Güvenliğini sağlayacağıma emin olabilirsin."

Aniden durmuş ve arkasını dönüp bana sert bakışlarla bakmaya başlamıştı. İyi bir cümle söylerken bile takındığı ifade öylesine sert oluyordu ki ne düşünmem gerektiğini şaşırıyordum.

Hiçbir cevap vermedim sözlerine. Aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi birkaç saniyede kapattığında, "Korkuyor musun?" diye mırıldandı.

Korkuyor muyum diye düşündüm ve cevap kesinlikle evetti. Kim korkmazdı ki ölmekten? Hele de böyle saçma nedenlerle gelirse ölüm.

Kafamı salladım. Elini yanağımın üzerine koydu ve başını hafifçe yana eğerek tebessüm etti. Yanağımdaki elini çekmeden hemen önce gördüğüm son şey Nick'in dehşetle gerilmiş yüz hatları ve kısılan masmavi gözleri oldu. Ağzının içinde kaybolup giden bir küfürün ardından aynı çeviklikle arkamı döndüm ve o gün o kafede karşılaştığım adamı sokağın başında bize gülümserken buldum.

Etrafımdaki dümdüz sıralanmış beton binaları, sokağın ıssızlığını ve etrafta hiçbir insan olmayışını sanki tam o an fark etmişim gibi dehşetle açtım gözlerimi. Ben neredeydim böyle? Beni buraya getiren adama acı dolu gözlerle baktım. Vücutlarımız arasında yok denecek kadar az bir mesafe vardı ve ben duygularım yüzünden kör olduğum için beni buraya bilinçli olarak getirdiğini dahi fark edememiştim.

Sırtım Nick'e dönüktü şimdi, ıssız yolda bize doğru gelen iki kişiden başka kimse de yoktu bizim dışımızda etrafta. Adının Julien olduğunu bildiğim o adam, birkaç metre ilerimizde durduğunda yanındaki yol arkadaşı da sokağın diğer ucuna doğru yürümeye devam etti. Her ikisi de iki ucu siper aldığında ben ve Nick ortada öylece beklemeye başlamıştık. Ben ve Nick mi? Hayır, bekleyen sadece bendim. Aptallığının sonucunu canıyla ödeyecek ve bir daha bu dünyada tek bir insan tarafından bile hatırlanmayacak olan ben..

Gözlerimi kapatmaktan korkarak bakışlarımı etrafta gezdirdim. Yüzüm Julien'e dönüktü. Nick'in varlığı, eskiden olsa bana güven verirdi. Şimdiyse onun yerinde derin bir boşluk ve kaybolmuşluk hissinin dışında bir şey yoktu.

Julien'in bize yaklaşmadan hemen önce alkış tutuşunu gözlerim yanarak izledim.

"Tebrikler adamım.. Güzel dramaydı."

PİYANİSTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin