Bölüm Şarkısı: James Blunt- Goodbye My Lover
Kimi yalanlar gerçeklerden daha güzeldi.
Kimi sırlar saklıyken değerliydi.
Ve kimi hatalar asla affedilmeyenlerdendi...
Her şey karanlığa büründüğünde etrafı bir kahkaha kapladı. Önce kısık başlayan, sonra giderek şiddetini artıran ve ruhumu bedenimden ayırmaya yetecek derecede güçlü bir kahkahaydı kulaklarıma dolan. Sanki her şey anlamını yitirmiş geriye bir tek o güçlü ses kalmıştı.
Yumduğum gözlerimi, artık başımın arkasına temas etmeyen metalin verdiği bir merakla araladım. Güneş ışığı etrafı aydınlattığında gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım ve karşımda dikilen Jean-Pierre'nin soluk mavi gözlerini gördüm.
Göz bebeklerinde kendi yangınımı tadıyordum. Öylesine büyük bir ateş vardı ki orada.. Ben yanıyordum, vücudumu çepeçevre saran alev ve yere dökülmeye başlayan küllerim vardı bu ruhsuz adamın uçsuz bucaksız gözlerinde. Sahi ya ben bitmiş miydim? Neden gülüyordu bana? Ölmüş müydüm yoksa ben? Oysaki hiç ses duymamıştım.
Kısılan gözleri ve gülümsemekten kırışan dudağının kenarıyla bekliyordu karşımda. Ne bir ses ne bir nefes..
Yere çarpan tok bir ayakkabının sesiyle soru işaretleriyle dolu bakışlarımı Jean-Pierre'den ayırdığımda onu gördüm. Julien'i..
"Tebrik ederim Jean-Pierre. Sen iyi bir oyuncusun."
Adamın kısa birkaç saniyeden sonra Nick'in elini sıkıp oradan uzaklaşmasını izledim. Beraberinde götürdüğü diğer adam da arada arkasını dönüp bana acıklı gözlerle bakmayı ihmal etmiyordu. Ben ölmemiştim. Ne tip bir ölüm böylesine pişmanlık verici olurdu ki? Adamın içime işleyen bakışlarında ölümü tattım. Ölmemiştim ama ölmekten beter olmuştum.
Tıpkı geldiğimiz andaki gibi yalnız kaldığımızda gözlerini gözlerime dikti ve "Beni seviyorsun." diye fısıldadı sanki komik bir şey söylermiş gibi.
Gözlerimi gözlerinden çekmeden, "Bunu neden yaptın?" diye sordum çıkmayan sesimle.
"Öğrenmek istediğimi öğrendim." dedi cevap vermeye pek de niyeti olmadığını açıkça belli ederek. Ellerini pantolonunun ceplerine sokmuş, öylece dikiliyordu karşımda. Yüzünden bir türlü anlam veremediğim zafer kazanmış aptal bir sırıtış ve kısılan mavi gözlerinde galibiyetin insanı sarhoş eden mahrurluğuyla tam bir heykel gibi duruyordu birkaç santim ötemde.
Varlığıyla beni büyülüyor, yaptıklarıyla tam tersine itiyordu beni kendinden. Öyle ya, aşk her zaman iki çizginin arasında yaşanırdı. Sonsuz bir sevgi ve sonsuz bir nefretti aşkı anlamlı kılan. Şimdi ayağım nefret çizgisinin üzerindeydi ve beni o çizginin dışına itmeye kararlı bir adamla göz göze duruyordum sessizliğe gömülü bir sokakta. Dudaklarımın arasına sıkışıp kalan sorularım vardı, onun da dudaklarının arasına sıkışıp kalan cevapları vardı elbet.
İkimiz de suskunduk. O cevaplarını gizliyor ben de sorularımı içime gömüyordum. Şimdi sorular yasak, cevaplar asla affedilmeyenlerdendi.
"Kazandın." dedim bir kez daha mağlubiyeti kabul ederek.
Çarpık bir gülümsenin ardından, "Öyle." dedi pek de umursamadan. "Kazandım yine."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PİYANİST
Roman pour Adolescents"Senden nefret ediyorum." dedim bunu neden söylediğimi bilmeden. Sadece söylemek istemiştim, çoğu zaman yapardım bunu "Biliyorum." dedi usulce. "Biliyorum." Ellerini başından çekti ve gözlerini üzerime dikti. Göz bebekleri büyümüştü ve mavi gözlerin...