Bölüm 24: Acı

409 39 5
                                    

Bölüm Şarkısı: Amelie Soundtrack- Die Fabelhafte Welt Der

Ona baktığımda başka bir duygu benliğimi kaplıyordu, hiç tadılmadık ama bir o kadar da aşina..

Bir insanın bir insanı sevebileceğinden daha fazla seviyordum onu, kelimelere dökemeyeceğim kadar ve saniyelerin onu benden alıp götüremeyeceği denli fazlaydı hislerim. Bedenimden fışkırıp etrafa yayılıyordu ama ona ulaşamıyordu. Kim bilir belki de o, çoktan boğulmuştu bu selde.

Ona sahip olmak istemiyordum, hiç de istememiştim. Kaybetmek için önce sahip olmak gerekirdi ve ben bunu göze alamayacak bir korkaktım.

Kapı açıldığında gözleri önce beni sonra da yarı açık bekleyen beyaz kapıyı buldu. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atarken onun bedeninde herhangi bir hareket yoktu. Bir heykelden farksızdı gözümde.

"Söylesene, şimdi nasıl kaçacaksın?"

Beynimde yankılanan soru içeri giren doktorun sözleriyle bölündü.

"Kendinizi nasıl hissediyorsunuz küçük hanım?" dedi.

Gülümsemesi Nick'in üzerinde durduğunda derin bir soluk verdim. Onu görmüştü, o vardı. O gerçekti.

"Ziyaretçiniz olduğunu bilmiyordum," diye mırıldandı gözlerini ondan çekmeden. "Merhaba."

"Merhaba.." dedi Nick de aynı sıradanlıkla.

"Ziyaretçimin kim olduğunu bilmiyor musunuz doktor?"

Öyle büyük bir şaşkınlıkla sormuştum ki sorumu, doktor önce tek kaşını kaldırdı sonra da daha önce dikkat etmediğini düşündüğü adama baktı tekrar.

Saniyeler dakikalara, dakikalar saatlere dönüştüğünde elimde olsa tırnaklarımı kemirebilirdim heyecandan.

"Pek sanmıyorum," diye fısıldadı. Beni kırmamak için mi fısıldamıştı yoksa gerçekten de tanımadığı bu kişinin aslında tanıması gereken biri olduğunu mu sezmişti karar veremedim.

Nick de gözlerini bana dikmiş öylece duruyordu, bir saniyeliğine dudağının hafifçe kıvrıldığını sandıysam da onun benle dalga geçtiğine emindim zaten.

"O.." dedim sanki bilimsel bir teori açıklar gibi büyük bir titizlikle. "Nicholas Jean-Pierre.."

Doktor sözlerim üzerine gözlerini bir kez daha dikti hala dikilen ve heykeli andıran güzel adama.

"Piyanist olandan bahsediyorsunuz değil mi?"

Kafamı salladım ve deli olmadığımı sonunda birinin göreceğini düşünerek kalbimin umutla dolmasına izin verdim hemen.

"Kendisi Avrupa'da değil mi? Kızım İngiltere'de okuyor, resitaline katılabilmek için günler öncesinden bilet almıştı." dedi soğukkanlılıkla.

"İngiltere.." diye düşündüm. Polis memuru da öyle söylemişti. Tüm bu insanlar deli miydi? Karşılarında duran kanlı canlı adamı gördükleri halde onun benim yanımda olabileceğine neden inanmıyorlardı ki?

"Karşınızda duran adama da mı inanmıyorsunuz?" dedim en aşağılayıcı tavrımla.

Sözlerim üzerine doktor bana yaklaştı ve "İyi olduğunuzu düşünmüştüm ama sizi psikiyatri servisimize sevketmekten başka çarem yok sanırım. Kafanıza aldığınız darbe böyle bir sorun yaratmış olabilir." diye sayıp döktü bir çırpıda.

"Hayır," dedim. "Hiç bu kadar iyi olmamıştım. Bana inanmıyorsanız neden ona sormuyorsunuz?"

Başka çare olmadığını anlayan doktor sakince genç adama döndü ve "Adınızı öğrenebilir miyim bayım?" dedi.

Adam bir süre gözlerini yere dikti ardından bakışları beni buldu. O bakışlar beni bulduğunda korku bedenimde hayat bulmuştu çoktan.

"Üzgünüm," dedi adeta yalvaran ve bir şeyler anlatmak isteyen bakışlarla. "Ben Nick değilim. Piyanist olduğum da söylenemez."

Doktor başını kaşıdı ve karşısındaki adama dönerek "Lütfen ben dönene dek burada kalır mısınız?" diye sordu.

Genç adamın olumlu cevabını duyar duymaz koşarcasına çıktı odadan.

Bense karşımda duran bu yabancıya bakmaya devam ettim dakikalarca.. Ta ki doktor bir düzine insanla odaya dönene dek.

Kim miydi gelenler?

Doktorlar vardı aralarında, beyaz önlükleri fazla ütülü, yaka kartları ise fazla simetrikti. Bakışları donuk olanlardan ziyade bakışları sürekli üzerimde dolanan ve bana kendimi türümün yeni bir örneği gibi hissettiren doktorlar işte..

Ailem vardı. Her an ağlayacak gibi duran bir anne ve bakışları dümdüz bir baba.

Psikolog vardı. Her şeyi bildiğini sanan ve beni olmadığım biri olarak yargılayan o tanıdık psikolog.

Odanın ortasında dikilen ve bir insandan çok bir mankeni andıran o genç adam vardı.

Ve geriye kalan ben.

Tüm bu curcunada nerede olduğunu ve ne olduğunu anlamak isteyen bir ben yani..

Bastığım her tahtanın ayağımın altından çekilmesinden yorulmuş, alelade yapılmış asma bir köprünün ortasında yapayalnız kalmıştım. Ama hala beyaz odayı dolduran bu insanların düşüncelerinin merkezindeydim.

Acımakla acınmak arası bir yerdeydim tam olarak.

Acımak..

Ve acınmak.

PİYANİSTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin