29 haziran 2019
bugün hyunjin'in doğum günü değildi fakat doğum gününde annesinin yanına dönmüş olacağı için arkadaşlarıyla parti düzenlemişti. felix'ten sonra en çok kendine değer veriyordu, kendi için parti düzenlemeye değerdi.
önce jeongin, felix ve minho gelecekti evine. beraber evi temizleyip süsledikten sonra diğer arkadaşları gelecekti.
birbirlerine en yakın oturanlar minho ve jeongin olduğu için onlar beraber gelmişti. felix'i de adresi bilmediğinden dostu hyunjin almıştı.
"hayır bak onu buraya asalım!!!!"
"ama böyle daha güzel durdu değil mi hyunjin? nasıl olsa senin evin, sen karar ver." diye hyunjin'e seslendi minho. jeongin'e karşı daha özgüvenli ve daha iriydi, bu da bazen diğerlerinin gözünü korkutmuyor değildi. bir tek hyunjin onunla çok rahat anlaşabiliyordu. yine de aralarının bu kadar iyi olmasının sebebi jeongin'di. ikili, bir kursta tanışmıştı ve jeongin'in ortak arkadaşları olduklarını öğrenince birbirlerine daha da bağlanmışlardı.
hyunjin, eskiden jeongin'le dışarı çıktığı zamanlarda minho'nun yaptıklarını anlatırdı. yaptığı bir hırsızlığı anlatınca jeongin bayağı şaşırmış ve ondan uzak durmasını söylemişti. o günden beridir, minho ne kadar eğlenceli biri olursa olsun arasına mesafe koyuyordu yavaştan. hyunjin'i kötülüklerden korumak istiyordu. zarar gelsin istemiyordu. ellerinden kayıp gideceğini hissetmişti çünkü. o günden beridir kendine itiraf etmese de rahatsız oluyordu artık bir şeylerden. yine de koruyabilmişti arkadaşını. bir süre yapabildi bunu. sadece bir süre.
"ya kafanıza göre yapın bir şeyler, zaten sizi ondan çağırdım." diğer odadan seslendi hyunjin. felix'le mutfağı düzenliyordu. jeongin böyle hatırlıyordu yani.
bir süre sonra bütün hazırlıkları tamamladılar ve diğer davetliler geldi. telefondan hazır 'iyi ki doğdun hyunjin' videoları açıp dalga geçiyorlardı. hyunjin rahatsız değildi tabii ki de. arkadaşları onu mutlu etmenin yolunu bir türlü buluyordu.
bir süre sonra internet gitti. herkes şarkıya eşlik etmeye daldığından kimse fark etmemişti bile. seungmin koltuğun üstüne zıplıyordu. jisung kendini yere atmış, elindeki kumandayı mikrofon niyetine tutmuş, şarkıya eşlik ediyordu. diğerleri de kendi hâlinde partiye ayak uyduruyordu. hyunjin, koltukta uzanmıştı. minho da üstüne atlamış, sarılıyorlardı. felix de üstlerine atlıyordu, hyunjin onun saçlarına öpücükler konduruyordu her zamanki gibi. jeongin de bir yandan partiye uyum sağlamaya çalışırken diğer yandan da onların mutluluğunu izliyordu. o da aralarına atlayabilirdi. sebepsizce korkuyordu.
günün çoğu böyle devam ederken jeongin artık mutlu görünmeye çalışmakta zorlanıyordu. boş olan odaya geçti ve koltuğun arkasına sığındı. dolu gözlerini fark edip peşinden gelen changbin'in arkasından geldiğinden haberi yoktu. changbin, kapıyı sessizce kapattı ve jeongin kimsenin kendisini fark etmemiş olmasını umuyordu.
changbin, ağlayan küçüğün yanına oturdu.
"jeongin, benden hiçbir şey saklayamazsın. ilk geldiğimde çok mutluydun, yavaştan durgunlaşmaya başladığını fark ettim sanma. ne oldu?"
jeongin hiçbir şey demeden changbin'e sarılıp sessizce ağlamasına devam etti.
"aldığım hediyeyi beğenmeyecek." çünkü bir hediyesini changbin'le, diğerini felix'le beraber farklı zamanlarda almıştı ve hyunjin onun hediyelerini belli etmese bile beğenmeyecekti. çünkü hediyeler için çok düşünmemişti. sadece hepsi dışarıda gezerken görüp beğendiği şeyleri 'hyunjin bunu sever' diye düşünüp gizlice almıştı. ama şu an korkusu hâlâ böyle düşünmesine engel oluyordu.
"ya neden beğenmesin? sonuçta hediye hediyedir. sen onu alırken bayağı mutluydun. ben de gördüm zaten ne aldığını. güzel olmasaydı o an zaten beğenmeyeceğini derdim sana." durdu biraz. "jeongin, gerçekten beğenecek. güven bana. sakın o hediyeleri vermemezlik yapma."
changbin az da olsa daha iyi hissetmesini sağlamıştı. biraz daha teselli sohbetinden sonra jeongin gözyaşlarını silerek teşekkür etti ve odadan çıktılar.
o sırada diğerleri, felix'in bilgisayarına bağlı olduğu için donan televizyonu halletmeye çalışıyordu. jeongin de bilgisayarın başına geçip dinozor oyununu oynamaya başladı.
"ya dursana jeongin!" diye öfkeyle bağırıp felix'le işine devam etti hyunjin. jeongin kırılmıştı ve rezil olduğunu hissetti. yine de az önce en güvendiği arkadaşı tarafından azarlanan sanki o değilmiş gibi oynamaya devam etti. kırıldığını, arkadaşının en güzel günlerinden birinde belli etmek istemiyordu. en sonunda internete geri bağlandılar.
klasik doğum günü partisinin klasik hediyeleri verme zamanı gelmişti. en sona kalan jeongin hâlâ verip vermemekten emin değildi. bu sefer korkusuna yenik düşmeyip changbin'e güvenmek istedi.
bütün hediyeleri teşekkürlerle kabul edip odasına koyan hyunjin partiden sonra hepsine bakacağını söyledi. böylece klasik doğum günü partisi devam etti.
günün devamında hyunjin ve felix sarıldı, jeongin onları izlemekten bıkıp minho'nun söylediği şarkıya eşlik etmeye başladı. minho'nun sesi o kadar gürdü ki jeongin kendi sesini duyamıyordu. hatta komşular bile o çocuğu susturmazlarsa polisi çağıracağını söylemişti.
yine de jeongin kendi sesi duyulmadığı için mutluydu. ilkokuldan beridir şarkıcı olmak istiyordu ve ne zaman hedefindeki meslek sorulsa kendini her zaman sahnede görüyordu. yine de ailesi destek olmadığı için uzun yıllar sonra ömrünün parçasından ayrılmak zorunda kalmıştı. bu olaylar da henüz taze olduğu için moralini bozmuyor değildi. onu yargılamayan ortamın ve minho ile şarkı söylemenin tadını çıkardı.
jeongin'in o gün hakkında en net hatırlayacağı şey hyunjin'in kendisine değil, felix'e 13 kere, hatta 13'ten daha fazla sarılmasıydı. asla unutmayacaktı da. hwang hyunjin bir sözünü daha tutmamıştı.