REFLECTİONS
ıskala, sözden kalbe
intikam ve nefrete
tek kurşun tek atış
yanan kelebeğin tekine
XVII. VAZGEÇİP ÖLMEK İSTEMİŞ
Kapıyı kapatıp kimsenin olmadığı ama hazır olan yemek masasına oturdum.
"Aptal!" Bir kere kalmasını istemiştim.
Niye bu kadar üzüldüğümü de anlamamıştım zaten.
Başımı camın olduğu tarafa çevirdim. "Niye böyle oldum ki?" Kollarımı masaya koyup başımı da üstüne koydum. O sırada annemin sesini duymuştum. "Jungkook nerede?"
"Gitti." Tükürür gibi söylemiştim. Annem başka bir şey demeden masaya oturdu. Ben de başımı kaldırıp sırtımı dikleştirdim. Babam da aramıza katıldığında annem hepimizin tabağına pizzadan koymuştu. Yıllar sonra yine eskisi gibi hissetmiştim. Ailemle vakit geçirmeyi özlemiştim.
"Sana bir hikaye anlatacağım Rosé." dedi annem. Hala sarhoş bir ifade vardı yüzünde. Ardından söze girdi. "Büyükbaban şirketi ilk kurduğunda sadece 20 yaşındaydı." Beklemediğim bir anda annem birden söze girmişti. "O zamanlar daha annemle evlenmemişlerdi. Babam, anneme çok aşıkmış ve evlenmek istiyormuş ama önlerinde bir engel varmış. O zamanlar annemin abisi, yani dayım Fransa'nın en büyük şirketine sahipmiş. Ama şirketin arkasında dönen işler görünenden çok farklıymış. Dayım düşünebileceğin pis işlerin hepsinde başı çekiyormuş. Dünya üzerindeki en büyük insan kaçakçılığı işini o yapmış. Pisliğin teki olduğu için anneme çok eziyet etmiş. Sevgili olduklarını öğrendiğinde çok sinirlenip annemi öldüresiye dövmüş. Takıntılı manyağın tekiymiş. En sonunda annem her şeyden vazgeçip ölmek istemiş. Bir gün bir sahilde çekmiş silahı, kendi başına tutmuş. Babamsa o gün onu gömüş o sahilde. Önce koşmuş elinden almış silahı. Sonra bir güzel bağırmış. Akşama kadar orada konuşup annemi Kore'ye gelmeye ikna etmiş. Birlikte kaçıp buraya gelmişler ve evlenmişler."
En sonunda annem her şeyden vazgeçip ölmek istemiş.
Bir gün bir sahilde çekmiş silahı, kendi başına tutmuş.
Büyükannem, dünyanın en güzel ve en narin kadınıydı. Gözlerine baktığınızda kalbinin içini görebiliyordunuz. O kötü adamların elinde yitip gidecek bir kadın olamazdı. Bundan aynı yolu seçmişiz ya. Vazgeçmek, demiştik. Bazen yenilgiden çok galibiyet olabiliyordu.
Hikayenin bir kısmını bilsem de duyduklarım beni şaşırtmıştı. Annemin gözlerine bakıyordum. İlk kez ikimiz de duygularımızı gizlemeden karşı karşıya durmuş konuşuyorduk.
"Koreye geldiklerinde güvende olmuşlar mı?" Annem bardağına doldurduğu şarabı tek seferde içmişti. Kolunu masaya koyup başını ona dayadı. "Dayım manyağın teki olduğu için peşini bırakmamış. Birkaç kere tehdit amaçlı birilerini tutup annemi yaralatmış. Sonra babam şirketini büyütüp karşısında güçlü bir rakip olmuş. Bu yüzden dayım neredeyse her şeyini kaybetme eşiğine gelmişti. Yıllar sonraysa intikamını almak için Kore'ye geldi. Tam 4 yıl önce annemi evimizde tek kaldığı bir anda yakaladı. Onu öldürüp intihar süsü verdi." Gözlerim şokla açılırken yanaklarımdan akan yaşlara engel olamadım. Kafamın içi büyük çığlıklara ev sahipliği yaparken karnıma koca bir gülle yemişçesine nefesim kesildi.
Hayır, diye bağırdım içimden. Yalan söylüyorsunuz! Onu kimse öldürmedi!
"Hasta olduğu için ölmemiş miydi?" Annem başka yere baktı. "Sana bunu anlatamayacağımız için böyle söylemiştik." Bir şey söyleyemedim. Boğazımdaki his konuşmamı engellerken kesik kesik nefesler veriyordum. O dünyanın en iyi kalpli kadınıydı. Bunu asla hak etmemişti. Bir manyağın kurbanı olamazdı. Bunu kimse hak etmezdi.
"Babam sonra çok dağılmıştı ama ben kararlıydım." Annemin o zaman bir kere bile ağladığını görmemiştim. Bu yüzden ona bağırıp ondan nefret etmiştim. Ama o tüm bunları içine gömüp sessiz kalmış. Yaşadıklarını tahmin bile edemezdim.
Gözlerimden akan yaşlarla ona bakmaya devam ettim. Sesindeki kararlılık ve güç bende de olsun istedim.
"O zamanlar Dayımın çocuğu onun şirketini tekrardan toparlamıştı ve yine güçlenmişlerdi ama babamın savaşmak için hiç gücü yoktu. Bu yüzden şirketin başına geçip ayrıntılı bir plan yaptım. Dayım ve ona yardım edip ve katkıda bulunan herkesin canını yakacaktım. Gözümü bürüyen hırs ve intikam beni ne kadar yorsa da artık sonuna yaklaştım. Bu yüzden artık geceleri rahatça uyuyabileceğim." Gülümsedi. Bu onun en içten gülümsemesiydi. Rahatlamış hali yüzünden belli oluyordu. Sanki dünyadaki son görevini yerine getirmiş bir ruh gibiydi. Gemisinin kıyıya yaklaşmasını bekliyordu o bankta. Sabah vapuruyla yoluna çıkacaktı.
Bu düşünce kalbime oturdu.
Kısa bir an gözlerimi kapatıp açtım.
"Şimdiye kadar hisse verip sonra batmasını sağladığımız tüm şirketler dayıma yardım eden insanlar ya da onların çocuklarıydı. Yeni hissedarsa Dayımın öz oğlu Kim Sung Joon. Elimizdeki belgeler ve bu yıla kadarki tüm yapılan suçlarla işlerini bitirmeme çok az kaldı." Şaşkınlıktan kıpırdayamıyordum. Annem bunca yıl bunun için uğraşmıştı ve sonunda başaracaktı.
O an Katrinayı düşünmüştüm. Acaba tüm bunlardan haberdar mıydı? Ya da şirketlerinde geçmişte yapılan şeyleri tekrar yapıyorlar mıydı?
"Onlar hala öyle şeyler yapıyorlar mı?" Annem yavaşça olumlu anlamda başını yukarı aşağı salladı. "En az dayım kadar pislik biri. Ama kızının olanlardan haberi yok. Zaten kız onun bile değil. " Katrina üvey miydi? Bunu biliyor muydu? Sanmıyorum ama onun için üzülmüştüm. Resmen onu kandırıp kullanıyorlardı. O pis insanlarla yaşamak zorunda kalmıştı.
"O senin kuzenin değil mi ama?"
"Ona yakınlaşmak ve güvenini kazanmak kolay olmadı. " Bu sefer konuşan babamdı. "Yıllarını bunun için harcarken kendine de hiç dikkat etmedi. Annen o aptal ilaçların onu ayakta tutabileceğini sandı." Annem babama döndü. "Sırası değil!" Annem tekrar bana döndüğünde gülümsedi. "Artık her şey geçti. Artık eskisi gibi olma vakti. Bizden çaldığım vakitleri geri kazanmalıyım. Artık ayrı kalmak zorunda değiliz Rosé."
❧
Camımı açıp yatağıma uzandım. Yağmur hala çok şiddetliydi ve içeriye de giriyordu. Soğuk rüzgar üzerimden geçtiğinde titredim. Bu gün öğrenmem gerekenleri öğrenmiştim. Bu iyi bir şey miydi?
Öyleyse neden öyle hissetmiyordum. Anneannem, abisi tarafından öldürülmüştü, annem intikam uğruna yıllarını ve gücünü kaybetmişti. Ama sona gelmiştik. Annem başaracaktı ve mutlu olacaktık değil mi?
Öyle mi sahi? Yine bir yarım olmazdı değil mi? Katrina ne yapacaktı ki? Ailesi bile yoktu. Belki de Tanrı bu yüzden ona Jaehyun'u vermişti. Alabileceği en güzel hediyeydi çünkü.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes verdim. "Pekala, senin olsun." Artık gerçekten vazgeçiyordum. Onun benden çok ona ihtiyacı vardı. İşte bu yüzden Tanrının ilk kez adaletli olduğunu düşünmüştüm. Hem zaten o bu hikayenin baş rolüydü. Jaehyun da ona eşlik edecek diğer baş roldü. Ben ikinci olmayı kabul ediyorum Tanrım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
reflections
FanfictionVazgeç soytarı! Duyguları taştandır seni gibilerin. Görmez mi hem seven, sadece sevdiğini? Sen baştan kaybettin, Sonu belli oyunlardan birini. [Jungkook x Rosé] ©2020 | nigrumflosa