The Neighbourhood, The beach
Cavetown, Juliet
REFLECTİONS
Vazgeçilmemiş, yitmiş gitmiş.
Kalbini kan tutsa da, beli hiç eğilmemiş.
Dün ki gibi, taze ama keyifsiz.
Yolun sonunda bile hiç vazgeçmemiş
XXV. VAZGEÇİLMEMİŞ HİKAYE
Sırtım eğildi. Ellerim kesildi. Bugünde altında kaldım. Ama ben biliyordum ellerimin bu kadar yükün altına giremeyeceğini. Ben biliyordum o kalbin, yine onu görünce öyle atacağını.
Daha lisedeyken tanışmıştım onunla. Bitmiştim o zamanlar, güçsüzdüm, küçüktüm. Ölümle ilk kez karşılaşmış, tek seferde yerle bir olmuştum. Demek böyleydi, demiştim o zamanlar. Demek böyleydi sevdiğin birinin gitmesi. Demek acı böyleydi.
O kadar yıl geçti şimdi. Yine kaybettim ben. Önce büyükbabam temelli gitti buralardan. O kansız heriflerin tek kurşunu almıştı onu bizden. Annemin gözleri önünde olmuştu her şey. Annemi de kurşun sıkmadan öldürmüşlerdi ya zaten. Bu yüzden onu da kaybettim. Onunla birlikte babamı mesela. Uzak bir şehre taşındılar. Acaba unutabildiler mi? İşe yaradı mı gitmek? Jungkook da yaramamış gibiydi çünkü. O daha da kırılmış gibiydi. Onun da beli bükülmüştü ya. Acımasız hayat! Böyle bir adamı da üzmüştü.
JUNGKOOK
3 AY ÖNCE
Açık camdan dışarı uzattım başımı. Saat gecenin bir yarısıydı. Dışarıda boş sokaklar ve yanan sokak lambaları vardı yalnızca. Başınızı yukarıya uzattığınızdaysa güzel bir karanlık. Koyu bir siyah ev sahipliği yapardı bana uyuyamadığım gecelerde. Karanlıktan hiçbir zaman nefret etmedim bu yüzden, ya da gecelerden.
Gece gökyüzü daha umut dolu gelirdi bana. Kafanı kaldırıp yukarıya baktığında o koca karanlıkta küçük de olsa parlayan bir ışık görürsün bazen. Sanki her şeyin ortasında tutunmaya çalışıyorlardı.
Gözlerimi kapatıp içime çektim serin havayı. Ellerim ve yüzüm üşümüştü ama bu sadece beni daha da uyanık hale getirmişti. Camı açık bırakarak yatağa oturduğumda açık kapımdan içeri dolan sesle ayaklandım. Öksürük sesi.. Hızlıca koridorun sonundaki odaya ilerledim. Annem bir eliyle yataktan destek alarak dik durmaya çalışıyor bir andan da öksürüklerinin arasından nefes almaya.
"İlacını verdin mi?" Yatağının dibinde diz çökmüş bir yandan anneme yardım etmeye çalışan babama yönlendirdim bu soruyu. O sırada odanın camını açıyordum.
"Vermiştim ama yine başladı. Hastaneye mi gitsek?" Annem zorlukla başını salladı. "Hastaneye gerek yok." Dağılmış saçları terden anlına yapışmış, yüzü resmen bembeyazdı. Uzun bir süredir de böyleydi. Annem ya annem! Her gece bir anda uyanır öksürmeye başlardı. Nefesi kesilir, yüzünde can kalmazdı. Sabahlarıysa baygın gibi yatıyordu. Annemi bu halde görmek ve hiçbir şey yapamamaktı her şey. Yanına gidip saçlarını okşardım. Koklardım, ellerini öperdim her gün. Yarını olmayabilir, dedi doktor. Sözler insanı böyle kolay öldürebilirdi, mezara girmeden. Ölmek için böyle sözler yeterliydi. Beklemediğiniz bir anda ortaya çıkan bir hastalık annenizi alırsa sizden, vurulmadan da ölebilirdiniz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
reflections
أدب الهواةVazgeç soytarı! Duyguları taştandır seni gibilerin. Görmez mi hem seven, sadece sevdiğini? Sen baştan kaybettin, Sonu belli oyunlardan birini. [Jungkook x Rosé] ©2020 | nigrumflosa