REFLECTİONS
Zarif bir kadının, zarif aşkı.
Uğruna neleri verirsin?
Gözleri kör kalmış, elleri hep yara bere.
En son ne zaman güldün?
Yürüdüğün yol hep çukur, tepe.
XIX. ELLERİ HEP YARA BERE
Telefonumu çıkarıp camın önüne geçtim. Derin bir nefes verip Jungkook'un numarasının üzerine tıkladım. Telefon uzun süre çalıp cevap alamadığımda endişeyle kendimi yatağımın üzerine bıraktım. "Benden nefret edecek!"
"Kim senden nefret edecekmiş?" Hızlıca yataktan fırladım. "Büyükbaba."
70 yaşında olmasına rağmen bakımlı ve tek tük beyaz olan saçlarını geriye atıp gülümsedi. Annemin erkek hali gibiydi. Yeşil gözleri endişeyle bana bakarken ben kollarımı boynuna dolamıştım bile. "Seni çok özledim." Ben ona sıkı sıkı sarılırken o hala sorusunun cevabını merak ediyordu. Yavaşça yüzümü kendine çevirdi. "Kim benim torunumdan nefret edecekmiş?" Gülerek başımı olumsuz anlamda salladım. "Suçlu benim ama." Kendini bilirmişçesine atıldı. "Beni torunum hata yapmaz." Güldüğümde gülümsemişti.
"Jungkook'u biraz kötü bir durumda bıraktım sanırım. Zaten benim yüzümden hep zorluk çekti." Yüzüm tekrar düştüğünde büyükbabam anlar gibi başını salladı. Yatağımın üzerine oturduğunda ben de karşısındaki koltuğa oturdum.
"Bunun için mi endişelisin yani?" Kendini tutmaya çalışırken bir anda kıkırdamaya başlamıştı. "Merak etme seven adam o. Senin küçük bir hatandan dolayı sevmeyi bırakmaz." Ağzım ve gözlerim şokla açılırken büyükbabam camdan bakıyordu.
"Hey! Park Leon. Ben sana böyle bir şey söylemedim. " Ayağa kalktı ve gömleğini düzeltti. "Senin söylemene gerek yok ki. Herkes Jungkook'un aşık olduğunu anlayabilir." Gözlerin kısarak bahçeye kısa bir bakış daha attıktan sonra kapıya yöneldi.
"Tanrım! Isabell şu çiçeklere biraz sevgi ver be kızım." Büyükbabam annemi azarlamaya giderken ben biraz olsun rahatlamıştım. Ama ona ulaşamadığım için hala içimde bir endişe vardı.
Yatağın üzerindeki telefonumu alıp aramaya devam ettim ama açmıyordu. Bir saat boyunca onu arayıp kafayı yemeye çalışırken annem yemeğe çağırdığında ayıp olmasın diye inip bir şey yemeden öylece oturmuştum. Ben masaya bakarken annemin çatalını ve bıçağını bırakıp dikleştiğini fark ettim. "O kadar merak ediyorsan yanına gitsene." Başımı kaldırdığımda göz göze geldik. "Biraz çekiniyorum açıkçası." Ona bir şey söyleyememiştim.
"Git Roseanne!" Annem bu sefer emir verir gibi konuşmuştu. Kısa bir an ne yapacağımı bilemesem de yavaşça masadan kaktım. "O zaman gidiyorum?" Büyükbabam eliyle kapıyı göstermişti. "Selam da söyle. Bir ara arasın beni." Heyecanla masanın üzerindeki telefonumu alıp kapıdan çıktım. Garajdaki arabamı alıp yola çıktığımda gergindim. Gittiğimde ne demeliydim? Ya konuşmak istemezse? Ya da kapıyı hiç açmazsa?
Kafamdaki soruları iteleyip gaza bastım. Hava kararmıştı ve yağmur yağıyordu. Dün ki karda tutmamıştı zaten, ama hava çok soğuktu.
Kısa yolculuğun sonunda arabamı otoparka park edip siteye girdim. Asansörle Jungkook'un katına çıkarken gergince tek ayağımı yere vuruyordum. Aynı anda Taehyung'u arıyordum ama o da açmıyordu. 18. katta duran asansörün kapıları açıldığında inip Jungkook'un kapısının önüne gittim.
"Açmazsa ağlasam mı? Belki insafa gelir." Kendi aptal düşüncelerimi bir kenara bırakıp zile bastım. "Lütfen aç. Lütfen aç. Lütfen aç." Sessiz dualarım karşılık bulduğunda kapı yavaşça açılmıştı. Ama o an pişman olmuştum. Jungkook'un yüzü yara bere içindeydi. "Siktir." Gözlerini kaçırırken ağzından çıkan küfürle birlikte kendimi içeriye attım.
"Jungkook yüzünün hali ne? Kavga mı ettin? Niye?" O içeriye doğru yürürken ardından gidiyordum. Elinde kutu bira vardı.
Salona geçtiğimizde Taehyung da içeride ayaktaydı. "Sen niye telefonlarımı açmıyorsun?" Soluk soluğa bağırırken kendimi durdurdum. "Buz tuttun mu?" Bana bakamayan Jungkook kısa bir an bana dönüp başını olumlu anlamda salladı.
"Of, cidden neler oldu?" Elimi saçlarımdan geçirirken delirmek üzereydim. "Önemli bir şey değil." İnanamaz gözlerle Jungkook'a döndüm. "Kapı mı çarptı çünkü?" Tekrar bakışlarını kaçırdığında yanına gittim. Yüzü berbat haldeydi. Dudağının kenarına dokunduğumda yüzüme baktı. "Acıyor mu?"
"Hayır." Bıkkın bir ses çıkardım. "Yalancı." Arkamı dönüp Taehyung'un yanına gittim ve ayağına bastım. "Niye az önce telefonumu açmadın? Ne saklıyorsunuz benden?" Ani bir hareketle arkama döndüğümde Jungkook'un birayı beline tuttuğunu fark ettim. Hızlıca birayı kenara attığında kendimi ağlamamak için sıktım. "Jungkook.." Tekrar yanına yaklaştığımda bir adım geriledi. Ama güçsüz adımı ona yetişmeme engel değildi. Tişörtünün beline denk gelen kısmını kaldırdığımda mosmor olduğunu fark ettim. Bu küçük bir kavgayla olacak bir şey değildi. Hem Jungkook kavgada kolayca dayak yiyebilecek biri de değildi. Öyleyse neden bu haldeydi?
"Ne oldu sana Jungkook?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
reflections
FanfictionVazgeç soytarı! Duyguları taştandır seni gibilerin. Görmez mi hem seven, sadece sevdiğini? Sen baştan kaybettin, Sonu belli oyunlardan birini. [Jungkook x Rosé] ©2020 | nigrumflosa