[flashback]
Bay Pete, eline aldığı kahverengi ceketiyle kumsalda yürüyordu. Denizin köpüren dalgaları kıyıya doğru vuruyor, Pete'in çıplak ayaklarına çarpıyordu.
Güneşin batmaya başladığı sırada Silver Akademi'de ayrılabilmişti anca Bay Lee.
Silver Akademi'den çıkar çıkmaz kendini sıcak kumlara atmıştı. Denizin o ciğerleri yakan kokusu, kumların sıcaklığı, yıllardır aynı yerde duran çiçekçi...
Yıllardır aynı yerde duran çiçekçi ve papatyaları aratmayacak beyazlıkta teni, gülleri kıskandıracak güzellikte dudakları, garbelalarla yarışan saflığıyla çiçekçinin kızı Angelina, şu an tam Pete'in karşısında çiçekleri suluyordu.
Yıllar, genç kıza daha da güzellik katarken Pete bunun farkına varmıştı.
Sadece dış görünüşe aldanacak bir adam değildi Pete. Bu yüzden daha önce Angelina ile çok kez konuşmuştu. Onu daha da yakından tanımak istemişti ama bu hayalini gerçekleştiremeden Silver Akademi'ye gitmek zorunda kalmıştı.
Yine de bir umut...
Ah, umut! Çokça iyi ve bir o kadar da lanetli şey.
Pandora'nın kutusundan kaçan duygunun umut olması ne kadar da doğru...
Umut bir insanın yeniden doğmasını sağlarken, onu öldürebilir de.
Hayallerin çoğalmasına sebep olurken hepsini suya da düşürebilir.
Ama Pete, umuda tutunup yaşamaz. Duygularını hesaplar bir matematik misali.
En azından Haechan doğana, Angelina'ya aşık olana kadar...
Pete adımlarını, elinde mor menekşeler tutan, beyaz elbiseli, sarı saçlarında papatyadan taç olan kıza doğru yöneltti.
"Matmazel..." Pete öne doğru eğilip genç kıza selam vermişti.
Bir yandan da yarım ağız gülüyordu. Onun yanındayken hep kalbi hızlanırdı. Yine öyle olmuştu. Bu durumdan da rahatsız değildi delikanlı.
"Mösyö?" Angelina da aynı genç oğlan gibi flörtöz bir tavırla karşılık verdiğinde Pete'in gülümsemesi gülüşe dönmüştü.
"Y a-t-il un gardénia? S'il y en a, puis-je les acheter. Je veux les donner à mon matmazel."
(Gardenya var mı? Eğer varsa alabilir miyim? Onları matmazelime vermek istiyorum.)Kadın gülümsedi. Angelina çok uzun yıllar Avustralya'da kalmıştı. Okuduğu okullarda Fransızca dersleri almış, Korece'yi ailesinden öğrenmiş, İngilizce'yi ana dili gibi konuşabiliyordu.
Ama karşısındaki beyefendiden Fransızca konuşmasını beklemiyordu. Her ne kadar dışarıdan bakıldığında da delikanlının olgun duruşu, bilge bakışları ve nicesi belli olsa da üstüne giydiği beyaz gömlek ütüsüz, saçları dağınık, gözlerindeki yorgunluk o bilge imajının biraz daha önüne geçiyordu.
"Gardenyanın anlamını bilmek gerek. Eğer bir kişiye gardenya veriyorsanız bu karşınızdaki kişiyi umutlandırabilir. Garden-"
Delikanlı, kolunu Angelina'nın hemen yanında kalan gardenyalara uzattı. İçlerinden birini alıp, Angelina'nın eline tutuşturdu.
"Gardenyalar gizli aşkı temsil ederler. Yetiştirilmesi zor olduğu için ilgi alâka beklerler. Zorlu aşkın temsilcisidir. Anlamı en az çiçeğin kendisi kadar büyüleyici, değil mi Angelina?"
Kafa salladı genç kız. Yüzündeki gülümsemeyi daha da büyütüp annesine seslendi.
"Anne ben gidiyorum. Buralara sen bakarsın, görüşürüz!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Silver Academy † Markhyuck
Fiksi Penggemar"Okul kuralları gayet basit sevgili öğrenciler. Hayatta kalın..." °markhyuck° ©mndln0