Buraya taşınalı birkaç hafta oldu. Henüz ailemin kazasını atlatamamışken bir de başıma bu çıktı. Amcam olacak şerefsiz annemle babamın vasiyetini bile yerine getirmekten aciz. Ah, doğru ya. Biz varken üstümüzden nasıl geçinecek? Bizi Allah'ın unuttuğu bir yere postalayıp henüz reşit olmayan iki çocuğu bir başına bıraktı. Kardeşim Lena ile bu ıssız sokakta, kapısında yanan birkaç evle beraber kaldık. Zengin olmasına rağmen daha da zenginleşmek isteyen komplekse sahi bir amca, dünya üstünde bir insanın başına gelebilecek en kötü ama aynı zamanda en ilginç şey olsa gerek. Bu ne saçma sapan bir iş böyle! Lena üşüyor. Hafif titremesinin kollarıma yaydığı enerjiyi hissedebiliyorum. Saçlarının kokusunu ciğerlerime dolduruyorum. Annemle babamı bana hatırlatan tek şey bu koku... Bunlar nasıl yaşandı? Nasıl bu hale geldik? Bilmiyorum. Henüz 17 yaşındayım, reşit olmama çok var. Reşit olsaydım da başıma bunlar gelmez miydi, şüpheliyim doğrusu. Bunları ben bile idrak edemezken, kucağımdaki miniğin idrak etmesini zaten beklemiyorum. Benden 5 yaş küçük. Yavaş yavaş onun da kafası oturuyor bazı şeylere elbet. Ancak hala bir çocuk. Bunu itinayla hatırlamayan iğrenç akrabalara sahibim. Lanet sokağın sonu hiç gelmeyecekmiş gibi. Çok karanlık ve... Soğuk. Mart ayında olmamıza rağmen yılbaşı soğuğu var. Amcamın bize layık gördüğü ev yüksek ihtimal tam karşımdaki döküntü. Bir... Gecekondu. Hiç şaşırmadım nedense. Bize verdiği vaatlerle kesinlikle örtüşen bir yer değil burası. Ev derme çatma. Her tarafı dökülüyor. En ufak depremde tuzla buz olacak bir izlenim veriyor. Doğal afetlere karşı gösterdiği dayanıklığa hayran kalmamak elde değil. Üfleye püfleye ilerlerken çevredeki evlerin hiçbirinde ışık yanmadığını fark ettim. Birkaç tane bozulmanın eşiğinde olan sokak lambası ışığını üstümüze yansıtmasa burada hayat olduğuna kesinlikle ama kesinlikle inanmazdık. Şu anda da pek inanamıyorum gerçi. Kapının dibine yaklaştık. Lena'yı yavaşça uyandırıp sırtındaki çantayı kendi omuzlarıma almam lazım. Bu ev aylardır hatta belki de yıllardır sıcak almıyor. İçerisi dışarıdan daha soğuk olsa gerek. Elektrik ve suyu konusunda bile doğru konuşmuşsa, o bunak adama teşekkür etmek için şu kısa hayatımda bir sebebim olabilir.
Daniel, Lena'yı yavaşça kucağından indirerek cebindeki anahtarla kapıyı açtı. Kapı şaşırtıcı derecede çok zorlamadan açıldı. Arızalı bir kapıya benzemiyordu. Bu durum iyi bir şeylerin habercisi olabilirdi. Hala gözlerini ovuşturup kendisine tam gelemeyen Laura'nın başını bir eliyle kavrayıp kendisine yapıştırıp diğer eliyle kapıyı tamamıyla açtı. Daha sonra elini diğer köşeden içeri uzatıp ışık anahtarını aradı. Sonunda bir çıkıntı hissedip diğer yöne doğru baskı uyguladı. Bir tane lamba hafif ışığını kademeli olarak arttırıp çevreyi aydınlattı. Her şey tek bir odadan ibaretti. Bir tane ikili koltuk tam ortada duruyordu. Kenarda bir soba, sobanın köşesinde ocak ve çeşmesi olan küçük bir mutfak. Buzdolabı minik olanlardandı. İçine hazır yemekler ve içki depolanan cinsten. Daniel gözlerini etrafta gezdirirken bir yandan da Lena'nın saçlarını okşayarak onu kendisine getirmeye çalışıyordu:
-Lena, çantanı koltuğun üstüne koy bakalım. Arkada iki oda var. Onlarda da yüksek ihtimal birer tane çarşafı dahi olmayan karyola var.
-Ben tek yatmam hayatta. Burası çok korkutucu. Ayrıca soğuk...
Lena bunları sarf ederken sağlam birkaç adım atarak içeri girdi. Soğuktan üşüdüğünü belli eder biçimde kollarını kavuşturdu. Minik bedeni titriyordu. Ağzından çıkan buhar açık şekilde görülüyordu. Üstündeki lacivert kapüşonlunun kapüşonunu tüm yüzünü kaplayacak şekilde çekti. Daniel ona acıyan bakışlar atarak çantasından ufak battaniyesini çıkararak ona sardı:
-Tamam numaracı! Al bakalım, bu işini görecektir.
Lena, hafiften ısınmanın verdiği mutlulukla gülümsedi ve kanepeye oturdu. Daniel bir yandan kendi çantasını kenara koyarak sobanın içine kenarda kalmış üç beş odunu dolduruyordu:
-Yarın haftasonu. Şehir merkezine iner biraz odun alırız. Biraz da insan yüzü görmüş oluruz.
Lena onaylayan bir sesle karşılık vermiş, ayaklarını birbirine vurarak abisini bekliyordu. Hafiften yanan ateşin ışığız ortamı daha da aydınlatıyordu. Daniel'ın kumral saçları, kahverengi gözleri yavaş yavaş belirgin hale geliyordu. Ateşin yanması iyice belirgin olduğunda Daniel yavaşça kapıya doğru yöneldi. Kapıyı kapattı, kitledi. Perdeleri çekti. Kendi çantasından battaniyesini çıkarak kendisine sardı, Lena'nın yanına oturdu:
-Bu geceyi böyle geçirelim. Diğer odalar soğuktur.
-Bana uyar!
Lena iyice abisine sokulup başını dizlerine yasladı. Gözlerini huzurla kapadı. Daniel kardeşinin saçlarını okşarken onunla beraber huzurla doldu. Çok değil, bundan bir hafta önce bambaşka bir yerde, anne babalarıyla yaşıyorlardı. Şimdi ise bambaşka bir yerde, tek başlarınalar. Daniel iç çekerek battaniyesini ikisinin üstüne de sardı. Kendisinden biraz fazla alan verdi. Kardeşinin siyah saçlarını okşarken, nasıl bu ana geldiklerini düşündü. Ona kalan tek şey Lena'ydı. Önleri arkaları birdi. Kimse onlar için gelmeyecekti. Alacakları tek şey amcaları tarafından aylık olarak verilen gülünç sayılabilecek bir miktar paraydı.
"İnsanlar gelip geçicidir, aile ise kalıcı."
Bu söz ne ironiktir ki Lena ile hayat buluyor, anne ve babası ile ölüyor. Yeni okullarının kayıtlarını dahi kendileri yapamayan bu iki kardeş, okullarının birbirine yakın olmasının verdiği ufak mutluluktan neşe bulmaya çalışıyorlar. Daniel sobada yanan ateşi izlerken başını koltuğun minderine dayadı. Bir anda uyuyakaldı, kabuslarla dolu bir yolculuğa çıktı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Neşelatte ve Depresso
RomanceBirbirlerine tamamen zıt olan iki genç, birinin diğerinde büyük bir potansiyel fark etmesi ile yakınlaşmaya başlarlar. Daniel, kendisine sinir bozucu gelen bu Mira isimli kıza ilerleyen zamanlarda nasıl hisler beslediğini anlar. Kendisine neşe, mora...