Okulun bahçesinde ilerlerken bu yerdeki ilk talihsizliğimi yaşadım. Aslında kimin talihsizliği olduğu değişir. Bir yere dalmış görünüyordu, her neyse. Bu kesinlikle benim sorunum değil. Herkesin kendince derdi tasası var. Hayat herkese gülmüyor. Tek gülmediği kişi de ben değilim. Bunun farkında olmam güzel bir şey olsa gerek. Zira insanlar her gün bu tarz düşüncelerle iç içe olduklarından dolayı birbirlerinden uzaklaşıyor. Sosyal bağları zayıflıyor. Duygularından kendilerini soyutluyorlar. Kendilerine ve yardımcı olmaya çalıştıkları çevrelerine hiç durmadan zarar veriyorlar. Sınırlarını bilmiyorlar. Nefes alarak uyandığım her güne bundan dolayı nefret ederek başlıyorum. Ne olacağımızı dahi kestiremeden bir şeyler uğruna çabalayan insanlarız. Çölde birer kum tanesi, denizde birer su damlacığıyız. Kendi başımıza bir yerlere gelip tırmanmaya çalışıyoruz. Daha iyi bir yaşam uğruna kurulmuş sistemlerde büyüyüp çocuk yetiştiriyoruz. Bu döngü bir yaşam standardı haline gelmiş durumda ve insanlar artık bunun için yaşıyor. Tüm amaçları bu. Uyum sağlarsan başarılı, sağlayamazsan başarısız olursun. Farklıysan tuhaf olursun, onlardan biri olursan normal olursun. Kendimin dahi ne olduğunu bilemeyecek kadar gözüm körelmiş durumda. Hayatta sahip olduğum tek kişi Lena. Onun için çabalıyorum, kesinlikle o bu hayatı iyi yaşayacak. Mutlu olacak. Gözünden düşen yaşlar mutluluk için düşecek. Onu her kim ya da ne üzerse asla affetmeyeceğim. Umarım şu an iyi durumdadır ve uyum sağlamıştır. İlk gün tek ebeveyni olarak yanında bulunmam gerekirdi ancak ger gör ki ben de bir öğrenciyim. Kalan son iki sene için. Bu düşünceyi aklımdan geçirirken sırıtıyorum. İyi olduğum tek şey derslerim ve iki sene geçince elimde onlar da kalmayacak. O zaman ne olacak? Ben ne olacağım? Bunları düşünürken kötü olan psikolojimin daha da kötüleştiğini hissediyorum. Etrafta oturup kafamı toplayabileceğim bir yer aramaya başladım. Çok bir şey değişeceğini düşünmüyorum. Neticede kendimle baş başa kalabileceğim pek bir yer yok. Evde ikimizin de oda sayılabilecek bölümleri olsa da o rahatsız kanepede sobanın sıcaklığıyla yan yana uyuyoruz. Evin biraz bakıma ihtiyacı var. Bu yaz ciddi bir işe girip çalışabilirim ama şu anlık Lena ve okulumla ilgilenmem gerek. Bir yerlerde part time iş bulmam lazım. Bunu o bunak için değil, geriye kalan tek ailem için yapacağım. Okuldan sonra çevreyi iyice bir gezmeye çıksam iyi olacak. Şu an tek istediğim şey kafamı bu düşüncelerden uzaklaştırıp esen meltemi hissetmek ve kiraz ağaçlarını izlemek. Bir süre ciğerlerimi taze havayla doldurduktan ve rahatladıktan sonra çevreme bakıp öğrencilerin büyük kürsü önünde sıraya girdiğini gördüm. Ben de yerimden kalkıp seri adımlarla sıraya geçtim. Müdürün klasik konuşması çoktan başlamıştı:
-Saygıdeğer öğrenciler. Sizinle beraber bir yarı döneme daha adım atmış bulunmaktayız. Umuyorum ki bu dönem yine elinizden geleni yaparsınız. Bu dönem aramıza yeni katılan öğrencilerimiz var...
Hiç bitmeyecek gibi uzun bir konuşmanın ardından sonunda konsey başkanı kürsüye geçti. Oldukça sert bir mizacı vardı. Arkasındaki hazırda bekleyen yardımcılarından birinin elinde okuyacağı ya da "gerektiğinde başvuracağı" kağıdı aldı. Önüne yerleştirip ellerini kağıdın kenarlarına koydu. Çoktan bilgisayardan yazılmış şeyleri okumaya başladı. Adı Fera'ydı. Fera Kraus. Üç yıldır konsey başkanı olarak başarılı ve doğru bir şekilde okulun işlerine bakıyormuş. Benimle aynı sınıfta. Acaba onun içi de bu dışarıya yansıttığı halinden farklı mıdır? Bu bir sempati noktası için yeterli bir şeye benzemiyordu. Konuşma sonrasında herkes kendi sınıflarına gitmek için okul binasına ilerledi. Kendi sınıfımı girişteki panodan öğrenip merdivenlerin yolunu tuttum. 3. kattaydı, harika. Kantine gitmek için üç kat inip çıkmam gerekeceği anlamına geliyordu bu. Şimdiden üşendim doğrusu. Pekala, sınıfa vardım. Bakalım içeride ne olup bitiyor. Tahmin ettiğim üzere içeride samimi bir hava var. Sınıftaki herkes birbirini tanıdığı için doğal olarak gözlerine bir yabancı yüz çarptığı an bir anlığına bana bakanlar oldu. Sınıfın içine yürüdüm, yerime geçtim ve verilen programa uygun olan dersliklerimi çıkardım. İlk dersliğin hocası yukarıdan bilgiyi almış olacak ki benimle göz göze gelmek için sınıfı sağdan sola süzdü. Gözlerimiz buluştuğu an ufak bir gülümseme eşliğinde sınıfa döndü:
-Sınıf, bugün aramızda yeni bir öğrenci var. Kendini gelip bize tanıtır mısın?
Daniel ayağa kalkarak sınıf tahtasının önüne doğru yürüdü. Ellerini yanlarından sarkıtarak dizleriyle aynı hizada tutup başını hafifçe öne eğdi:
-İsmim Daniel Raid, tanıştığımıza sevindim. Umarım iyi anlaşırız.
Sözünü bitirmesinin ardından yerine döndü. Sınıftakilerin bazıları ilgili bakarken bazıları yalnızca havalı takılmaya çalışan bir pislik olduğunu düşünüyorlardı. Bu gruplaşma daha şimdiden başlıyordu anlaşılan. Daniel her ne kadar bunları önemsemese de insan oğlu nankördü. Kibirliydi. Kindardı. Bu tarz şeyleri çoktan umursamayı bırakmıştı zaten. Arkadaş edinmeye değil, bir yere varmayacak bu hayatını bir yere vardırmaya çalışmak için buradaydı. Teneffüs zili çalana kadar pencereden dışarıyı izlerken omzunda bir el hissetti. Bunu hissetmesiyle diğer tarafa dönmesi bir olmuştu. Karşısındaki sarı saçlı çocuğun kendisine gülümseyerek baktığını gördü. Kendisine doğru omzundaki elini uzatmıştı:
-Hoş geldin, tanışalım mı? İsmim Hiro. Memnun oldum, Daniel.
Daniel nasıl tepki vereceğini bilemeden çocuğa öyle bakakalmıştı. İnsan ilişkilerinin bu kadar zayıf olması, rengini göstermeye başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Neşelatte ve Depresso
RomanceBirbirlerine tamamen zıt olan iki genç, birinin diğerinde büyük bir potansiyel fark etmesi ile yakınlaşmaya başlarlar. Daniel, kendisine sinir bozucu gelen bu Mira isimli kıza ilerleyen zamanlarda nasıl hisler beslediğini anlar. Kendisine neşe, mora...