5. RÜZGÂRIN FISILTISI

767 89 182
                                    

Mitski – First Love/Late Spring

Yasir Miy – Bile Bile

5. RÜZGÂRIN FISILTISI

Avuçlarının arasına alıp sıka sıka nefesini kestikleri ruhum, tam karşımdaydı. Duvarların gölgesi üstüme devriliyor, saatin ibreleri aleyhime dönüyordu. Aylardan kasımdı, dışarısı karlıydı buna rağmen. İçimde taşmak isteyen on üç duygu vardı, bu on üç duygunun dördü ayaklarımın altında kalmıştı. Kalpsiz birisi gibi hissediyordum, ruhumun çatlamış dudaklarını gördükçe vicdansız, bencilin tekiymiş gibi hissediyordum.

Karlı o yolun tam ortasına durdum, vücudum bin bir parçaya ayrılmıştı sanki, hâlâ kar yağmasına rağmen havada güneş vardı. Güneşin soğuk ışınları gözlerimin içini buldu, yüreğim sızladı, üstümde sadece iç çamaşırlarım vardı ve ben ilk defa, bu soğukta, o yolun ortasında üşümüyordum.

Karanlık... Karanlık her şeyi hem başlatıp hem de bitirendi aslında. Karanlık içine her şeyi hapseden, gizleyendi; karanlık asıl korkulması gerekendi. Karanlık korkutucuydu, karanlık görülmesine izin verilmediği için değil, karanlık, gizlediği için korkutucuydu. Ay ışığı bile görünemeyecek hâle gelmişti artık, yolumu göremiyordum; önümde gizlenenleri göremiyordum. Yoldaydım, yoldaki hiçbir şeyi göremiyordum. Çok karanlıktı, nasıl ilerlemem gerektiğini hiç bilmiyordum.

Güneşin hissiz gülüşleri kulağıma fısıldadı, sonra usulca bıraktı kendini; dört saniye sonraysa artık güneş ışığı yoktu. Kar durmuştu, artık yağmıyordu. Sertçe rüzgâr esmeye başlamıştı, canavar gibiydi; dişleri uzun ve keskindi, dişleri yanağımı ısırıp kanatmadan geçiyordu. Her yer kararmıştı, duvarlarımın ardında gizlenen adım sesleri zihnimin kabuklarını soyuyordu, içim titriyordu.

Şafak yeni yeni yeşeriyordu, hava yeni yeni aydınlığa kavuşuyordu. Göğsümün içine öküz oturmuş gibi bir ağırlık vardı. Nefeslerim kısıtlıydı, rahat rahat nefes alamıyordum. Gözlerim acımaya başlamıştı, sanki bir avuç küllü toz paylaştırılarak gözlerime serpiştirilmişti; toz zerrecikleri gözüme batıyordu.

Uyuyamamıştım, ağrım gitgide artıyordu lâkin doktoruma da haber vermemiştim. Bu ağrıyı çekmek zorundaymışım gibi hissediyordum, hiç sesimi çıkarmamış, bir ağrı belirtisi göstermemiştim beni kontrol etmeye gelen hemşireye. Çünkü bu acı benimdi, onu kabullenmeliydim. Onunla yaşamaya alışmalıydım, aksi takdirde acı nedir bilemezdim, acının karşısında nasıl güçlü durulur, bilemezdim. Böylesi çok daha iyiydi.

Geceden beri hiç uyku tutmamıştı beni. Uyumamamın sebebi ağrılarım değildi, hayır hayır; ağrılarımdı: zihnimin içindeki ağrılarım. Kafamın içindeki ses öyle kötü tekmeliyordu ki zihin duvarlarımı, artık kafamın içinde oluşan ve doluşan kaos yüzünden çığlık çığlığa, her şeyi terk ederek kaçmak istiyordum. Ruhumda ağırca bir ağrı vardı, bu ağrı bedenimdeki ağrının kat kat fazlasıydı.

Şakağımdan su misali yolunu bularak burnum akan ağrıyla mücadele ediyordum. Şu an benim canımı sıkan ne göğsümdeki ne de bacağımdaki ağrıydı. Asıl canımı sıkan başımın ağrısıydı. Başım ne zaman ağrısa onu söküp atmak istiyordum, baş ağrısından ciddi anlamda, çokça nefret ediyordum.

Yanımda Ulaş vardı, az önce girmişti odaya ve hiçbirimiz gram sesimizi çıkaramıyorduk. İçerisi sessizdi, terden boynuma yapışmış saçlarımı çekmemiştim. Bakışlarım önüme eğikti, uzamaya yavaştan yüz tutan tırnaklarımı seyrediyordum. Ulaş da aynı benim gibi çok stresli görünüyordu. Yanımdaki yatağa bacaklarını hafif açık bırakarak oturmuştu, dirseklerini dizlerinin üstüne yaslamıştı, gözümün ucuyla onu görebiliyordum. Stresli yüzünü avuçlarının arasına almıştı, kehribar irisleri yere sabitlenmişti, oraya soru işaretleriyle dolu biz havuz sermişti sanki de onu izliyordu.

DO, ZİHİN OYUNU | MÂHÎ BİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin