6. İNTİHARIN BORCU

604 85 160
                                    

Gripin – Nasılım Biliyor Musun?

6. İNTİHARIN BORCU

Aynadaki aksiniz bile yalancı görüntü sunuyorken, başkaları neden sunmasın?

Zaman avuç içlerimdeki kum taneleri gibiydi. Sahilin kenarında otururken avuçlamıştım sanki onları, parmak boğumlarımdan sızıp yere, geriye evine dökülüyordu. Zaman gelip geçiyordu, yan etkileri üzerime damlıyordu. Sözlerim duyduklarımı çekiyordu içine, zaman zihnimdeki çarklar gibi, çarçabuk ilerliyordu. Noktaların bittiği yerdeydim, kum taneciklerinin arasında, avuçlarımda virgüller kalmıştı bir tek.

Her şey kırk dakikalık bir dizinin bölümüydü, bunun farkındaydım. O günlerin üstünden koskoca bir üç buçuk ay geçmişti, çok yoğun ve yorgun günler atlatmıştım bu yüzden asla ne ara geçtiğini anlamamıştım. Yoğun olduğum için arkama dönüp baktığımda, 'ne ara' diyordum, sahiden, insan yoğun ve yorgunken daha çabuk akıyordu o kum taneleri, daha çabuk kavuşuyorlardı evlerine.

Aynur Hanım... O kanser hastası olduğu için, o gün karakola gidip işlemleri hallettikten sonra hızlıca hastaneye kaldırılmıştı. Evet, kanserdi ancak çok şükür ki çok ilerlememişti, kontrol altına alınabilmişti. Şimdilik ilaçlarla idare ediyordu çünkü hamileydi ve bebek için zararlı olan şeyler vardı, ne olduklarını bilmiyordum, çok karışık şeylerdi. Aslında kendi sağlığı için, az da olsa kürtaj yapılmasını istemiştim ama bebek karnında çoktan büyümüştü, kürtaj yapılamazdı. Aynur Hanım da çok kürtaj yapılması taraftarı değildi zaten, ne olursa olsun çocuklarını çok sevdiğini söylüyordu, hep.

Ve o herif, sandığımızdan çok daha suçu vardı ve onlarla beraber kısa sürede müebbet almasını sağlayabilmiştik, bu hepimizi mutlu etmişti, bir pislik daha cezasını çekeceği için mutlu olmuştuk.

Nazenin henüz dördüncü sınıfa gidiyordu, o şerefsiz geç vermişti okula kızını. O da zorla olmuş aslında, hiç izin vermeyecekmiş okula gitmesine. Bunu duyduğumda daha sinirlenmiş ve bir kez daha müebbet alabilmesini sağladığımız için gurur duymuştuk kendimizle.

Aynur Hanım sahiden çok güçlü bir kadındı, ne olursa olsun mahkemeye çıkıp, tek gözyaşı akıtmadan kendisine yapılanları anlatabilmişti. Gerçi bu duyduğum kısmıydı çünkü ben mahkemede yer alamamıştım maalesef ki, göreve gitmek zorundaydım.

Karakola elbette ki geri dönmüştüm, görevlere gitmeye başlamıştım. Yalçın şerefsiziyle ilgili hâlâ bir bilgi yoktu maalesef ki, sır perdesi gibi kapanmıştı olayın üzeri. Bana bunu yaptığı için cezasını alsın istiyordum ama çoktan ölmüştü zaten, cezasını öbür tarafta çektiğinden emindim.

Mümtaz Arslan dosyası ise üstlerimizdeydi şu an, yani Amirlerimde falan, aslında geri döndüğümde dosyayı tekrar almak istememe rağmen Amir'im elimdeki bilgileri ona vermemi istemiş, üstlerimizin bu konuyla ilgileneceğini söylemişti. Aslında Celâl o gün bilgileri kimseyle paylaşma demişti, bunu yaptığım için her türlü sızlıyordu vicdanım ama vermek zorundaydım, o itin bulunabilmesi için bu gerekliydi.

Ve Ulaş'la Esin'in çocuğu doğmuştu! Aniden gelmişti ve biraz erkendi, Ulaş yaklaşık bir buçuk aydır yoktu ama, göreve gitmişti ve yeğenim dediğim küçük oğlanın doğumundan sadece bir hafta geçmişti. Ulaş olmadığı için hepimizin yüreği buruktu aslında, en çok da Esin'in. İlk kez baba oluyordu ve çocuğunu görmek hakkıydı, ama vatanî bir görevdeydi, bunun da bilincindeydik.

İsmini Demir koymuştu Esin, Ulaş'ın bu ismi çok beğendiğini ama kendi içine pek sinmediğini söylemişti, sonradan ise isme alıştığını ve bunu koymak istediğini de eklemişti. Yani Ulaş'ın bu isimden, Demir'in doğduğundan falan haberi yoktu. Ulaşamıyorduk zaten ona. Bu biraz bizi ürkütse de, yapabilecek bir şeyimiz yoktu.

DO, ZİHİN OYUNU | MÂHÎ BİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin