Chapter XIX

972 133 207
                                    

Keyifli okumalar🌙

-

Sessizliği hapsetmiş gibi, ince bedenlerinin altına gömmüş gibi, toprağı kaplayıp ayak izlerimizi kapatmak ister gibi, ince ince yağıp başıma, burnumun ucuna düşen her biri kendine özgü olan ince kristallerin arasındaydım.

Gök kubbeyi beyaza boyayıp, tüm sırlarını neyi bilip neyi gizliyorsa ak bedeninin ardına saklayıp, kendi çocuklarını yere yağdırmaktan başka bir şey yapmayan kar bulutları soğuğu ve beraberinde ölüm sessizliğini de getiriyor, ayazın ısırdığı burnum, elmacık kemiklerim üşüyordu.

Ağaçların sıralı ve seyrek, yerine göre sık vücutları göğe doğru uzanıp sanki elleriyle dokunmak için bulutlara uzanıyor, dallarının üzerine konmuş ve üşümemek için birbirine yaslanmış kuşların titrek bedenlerini rahatça görebiliyordum.

Çok ileride, henüz yağmaya başlayan karın geride bırakılmış geyik izlerini kapatamamışlığı etrafta ağır ağır ilerleyen atların nallarıyla bozuluyor, gözlerim tüm bu kış ormanının içinde geziniyor büyülenmeye devam ederken aynı zamanda arıyordum.

Herhangi bir iz, bir ses bizimkilerin aksine, bir beden saklanmaya çalışan, kaçan ya da gizliden gizliye bizi izleyen. Akşamın çökmekte olan puslu ellerinin altında minicik bir hareket istiyordum. O ağaçtaki harf, ona aitti. Emindim. Başka birisine ait olamazdı, başka birisi o izi oraya kazıyamazdı, bilerek yapılmıştı!

Ormandaki o yangını da bilerek çıkartmış, belki de yangını söndürmeye gelen askerleri de izlemişti? Birimizden bir iz görmek istemişti? Kaleye yaklaşamayacağını düşünmüştü bu nedenle kaledekileri dışarı çıkarmayı uygun bulmuştu? Çok mantıklıydı!

Eğer, ikimizden birisini görmeyi umarak bunu yapmışsa, çok akıllıca bir hareketti. Kendi izini dahi bırakmış olması, ben buradayım demenin en bariz yoluydu. Sugen, kendisi, o bıçağının sivri ucuyla bile isteye kazımıştı işte kendi adını! O cüsseli bedenini ağaçların ardına gizleyip de saklanmış, gözetlemişti.

Aslında bakarsanız, Sugen ve Ak Leydi'nin bir mazisinin olduğunu biliyordum, gerek vermiş olduğu bilgilerden, gerek ondan bahsederken sakınmasından bazı gerçekleri ve bir asadan bahsetmişti, benim dahi bilmediğim bir asadan! Ve, Ak Leydi'nin adını geçirdiğimde de bir anda Leydi'ye ulaşmak istemişti.

Biliyordum!

O buralardaydı, buralarda, büyük ihtimalle hemen arkamızda bir yerde gözlemliyordu.

"Eve dönmek için biraz geç bir saat." Jung'ın sesi biraz ileriden çalındığında kulağıma, şiddetini arttırmış rüzgarın başımı ağrıtmaya başladığını fark ettim. Gözlerim açılmakta zorlanıyordu, burnum donmuş, saklanmaya çalıştığım montumun içerisinde gittikçe küçülmüştüm. Önümden ilerleyen Lort Gi bir an için ardına dönüp bakmıyor, bakmasa da geldiğimden emin bir halde ve soğuk onu hiç incitmiyormuş gibi rahat rahat ilerliyordu.

Saat geç değildi, hava da yeni yeni kararıyordu...

"Şuradaki düzlükte konaklayabiliriz sanırım?" Jeon, tıpkı Jung gibi konuşunca başını omzunun gerisinden çevirip bize baktı. Lort Gi bir ses bile çıkarmadan onu onayladığında, neden eve gitmediğimizi sorgulamak istedim ama burada, bu ormanda kalmak benim de işime yarayacağından bir kelime dahi etmedim. Yavaş yavaş düzlüğe ilerlemeye devam ederken aklımın içinde dolanan tilkileri bir süre unutmayı denedim, soğuk zaten beni mayıştırıyordu ve yediğim azıcık bir yemekten geriye hiçbir şey kalmamış olduğumdan midem gurulduyordu o nedenle bir an önce yerleşip, ateşi yakıp yemek yemek istiyordum.

Bahsedilen düzlük ağaçların arasında kalmış, çok değil taş çatlasa beş metre bir yerdi. Dört atı bağladığımız ağaçların etrafına kurulabilecek çadır sayısı da nereden baksanız ikiydi ki onlar da zar zor sığacaktı. Biraz daha ileri gidip başka bir yer bulabilir miydik emin değildim ama burada durmak istedilerse burada duracaktık.

O M E N  | m y g × p j mHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin