Chapter VII

720 158 16
                                    

İyi okumalar🌙

-
Eski at arabasının kasasında, tıkır mıkır ilerleyen yolda, taşların üzerinden geçip onları tıpkı üzerinde durduğu kum yol gibi ezerek kuma dönüşmesini sağlıyor, üç kişinin ağırlığını zar zor çeken yaşlı ve oldukça zayıf olan, büyük ihtimalle Wo Ga'nın babasına da hizmet etmiş bu siyah atın ara sıra durup dinlenerek bizi çekmesine tanıklık ederken, gerçekten dudak uçuklatacak kadar güzel olan bu yolların bir kaç yüzyıl sonra betona, demirden binalara ve asfalta bulanıp tüm bu canlılığını yitireceği gerçeğini düşünmeden edemiyordum.

Söğüt ağaçlarının ara sıra yol üzerine değin taşıp, güneşin yakıcı sıcaklığını hafiflettiği, yol kenarındaki söğütleri besleyen derenin uzun bedenindeki kurbağa seslerinin kuş seslerine karışıp, hafifçe esen meltemin burnuma tarladaki çiçek ve ekinlerin kokusunu taşıdığı, sallandıkça sallandığım, bağlı ellerim ve ellerimden şikayet etmeyi düşündüğüm ama başka bir sopanın alnıma inmemesi için çenemi sıkı sıkıya kapattığım bu yolculukta Wo Ga ve Ho Ga önde oturuyor, ikisi ara sıra şarkı mırıldanırken Ho Ga neşe ile arkaya dönüp katılmam için beni teşvik ediyordu.

Neler yapmam gerektiğine dair bir plan oluşturmaya çalışıyordum ama nereye gittiğimizi dahi bilmiyor, yalnızca Ho Ga'nın söylediklerine göre nerede olduğumu bildiğimden, Klan'a koşup yardım istesem bile bana Jun ailesinin davrandığından daha farklı davranmayacaklarını, üstüne bu ellerimde ve ayaklarımda olan ipe dahil olacak demirden bir kafese de tıkabileceklerini bildiğimden kaçmak aklımın ucundan bile geçmiyordu. Defteri bir şekilde almayı düşünüyordum, beni bu lanet olası yere getirip hapsettiyse, buradan çıkarıp yeniden acıdan ve kederden ölebileceğim evime, kendi zamanıma da götürebilirdi.

Sırtımı yasladığım tahta kasanın tenime batan kıymıklarının acısını umursamadan ağır ağır kıpırdandım. Üzerime oldukça büyük gelen bir gömlek, Ho Ga'nın tombul bedenini sıkmasına rağmen ben de bir elbise gibi durmuş, üzerinde lekeleriyle oldukça pis hissetmemi sağlıyordu. Altımdaki kahverengi yine Ho Ga'ya uygun olduğundan belime bir iple tutturulmuş pantolonun yırtılmış paçaları, bacak arasındaki büyük kesiği ve leş gibi kokan kokusu ile günlerce yıkanmak istememi sağlıyor, çıplak gezmemin daha iyi olacağını hatırlatıyordu bana.

Dün zar zor ağzıma tıktıkları üç kaşık kenardan köşeden toplanmış otlardan yapılmış çorbayı kusmuş, bana sebze yemeğinden yedirmemişlerdi bile. Haklılardı, o denli fakir bir aileydi ki Jun ailesi, bu sıcak güney bölgesinde yaşamalarına rağmen geceleri kemik donduracak kadar soğuk oluyor, diğer evlerin içinde yanan ateş pencerelerin dışına turuncu ışıklarını taşırırken, onlar battaniyelerin altına gömülüyor, ateş yalnızca yemek yapılacaksa yanıyor, mum ya da yağı bile yakmıyorlardı ısınmak, aydınlanmak için.

O nedenle, benim yememe izin vermedikleri sebze yemeğine alınmak şöyle dursun, o çirkin çorbadan hakkıma düşen üç kaşığı kustuğum için de kendimi berbat hissediyordum. Kıyafetlerinin hepsi lekeli ya da yırtılmış, bir çoğunda yamalar gözle görülecek kadar çok, ayakkabıları yırtık ve delik, az yıkanabildiklerinden gördüğüm tenlerinin gerçek rengi bile değildi.

"Seni güzel bir fiyata satacağım..."

Wo Ga, omzu üzerinden geri dönüp bana baktığında, çatılı kaşlarım, sıkkın surat ifademle ona bakmayı sürdürdüm. Güneş tepede, aklımda binlerce tilki ve kuyrukları iç içe, başımda geçmemiş ve geçmeyecek bir ağrı, tüm gece oturduğum sandalyeden dolayı tutulmuş bedenim ve şimdi cidden yüzünü dağıtmak istediğim gülümsemesiyle bana bakan adama ses bile etmedim.

"Dünkü konuşkan haline ne oldu Yabancı, böyle aksi durursan alıcın az olur."

Sesinin sonlara doğru keyiflenmesi, beni satacağını sanki anlamamışım gibi her cümlesinde söylemesi, olaylardan hiçbir fikrinin olmaması midemi bulandırıyordu.

O M E N  | m y g × p j mHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin