Imagine Dragons - I Bet My Life
*Sarhoş adamın adımlarını takip ederken kararlarımın mantıklı olup olmadığını tartıyordum kendimce. Bu adamın tekin biri olup olmadığını bilmiyordum. Belki de bir seri katildi ve beni kandırıyordu, kim bilir. On sekiz yıl boyunca kazandığım tecrübelerin başında 'insanlara güvenme' maddesi bulunuyordu. Hiç kimseye güvenmiyordum. Annem, babam bile benim güvenimi yıllardır boşa çıkardığından, dışarıdaki insanların hepsi benim için patlamaya hazır bir bomba ya da tetiği çekilmiş ve ateşlenmeyi bekleyen bir tüfek gibiydi.
Kendime bile güvenmiyordum. Verdiğim kararların doğruluğundan bile şüphe duyuyordum. Kendi ayakları üstünde durabilecek on sekiz yaşında olan her genç gibi kendine güvenen bir tablo sergilediğim söylenemezdi.
Sadece kaçmak istiyordum.
Adam haklıydı. Kaçakların bile bir planı olurdu ama benim yoktu. Sadece buradan kaçmak istiyordum. Bembeyaz olmasa da kirlenmiş, gri bir hayat istiyordum. Çok şey istemiyordum ki, değil mi?
Adamın yalpalayarak attığı her adım sanki kendim de sarhoşmuşum gibi hissettiriyordu. Halbuki sadece bir tane sigara içmiştim ve bu çok da kafa bulucu bir nesne sayılmazdı ama tadını sevmiştim. Boğazımı yakıp geçmesine rağmen hala ağzımda bıraktığı o mayhoş tadı sevmiştim. Buna bağımlılık mı deniyordu, bilmiyorum ama her hangi biri sigara paketini elime tutuştursa içerinden bir tane çıkarıp içmekten kendimi alabileceğimi sanmıyordum.
Yalpalayarak yürürken kendimi çöle düşmüş bir penguen gibi hissediyordum. Farklılıkları benimsemiş olsam bile bir yanım hala eski kimliğimi su yüzüne çıkartmaya çalışıyordu. Bunu istediğim söylenemezdi doğrusu. Yeni hayatıma uyum sağlamak istiyorsam eski benliğime kilit vurmanın zamanı çoktan gelmişti.
Ben, yeni ben olmak istiyordum.
Adam, elinde iki büklüm olmuş bira kutusunu yanındaki çöp konteynırına attıktan sonra aniden durup yüzünü bana çevirdi. ''Hızlı ol, kaçak.'' dediğinde adımlarımı hızlandırıp buram buram içki kokan adamın yanına ulaştım. Adamın kafası bu kadar iyi olmasına rağmen benden daha hızlı yürüyordu. Ayrıca benden daha net düşünebildiği de açıktı. Bu adama şimdiden hayranlık duymaya başlamıştım. Hayatım boyunca, böyle bir adamın dediklerini harfiyen yapacağımı aklımın ucundan bile geçirmemiştim. Ama yetimhaneden çıktığımda, bu ve belki de bundan daha ilginç yeniliklerin beni beklediğinin farkındaydım. Ayrıca bunları istiyordum da.
Bu bir çeşit insanları yadırgama gibi görünebilirdi ama değildi işte. Ben sadece kendimi yadırgıyordum. Herkes benden farklı değildi, ben herkesten farklıydım ama iyi anlamda değil.
Adamla aynı sırada ilerlerken tek kelime bile konuşmamıştık. Ama o sırada cebinden çıkardığı sigaralardan birini daha yakmayı ihmal etmemişti. Bu adamın yaşadığı ve onu bu hayata sürükleyen gerçekleri öğrenmek için can atıyordum. Sırlarla dolu biri olduğu sürekli kısık duran simsiyah gözlerinden anlaşılıyordu. Bakışları, bir şeyler saklıyordu. İçinde, onu aynı benim gibi yiyip bitiren pek çok şey olduğunu anlamak mümkündü.
''Şey,'' dedim gözlerim adımlarımı takip ederken. ''Adın ne?''
''Öğrenmesen daha iyi.'' dedi adam. Kafamı onu çevirdiğimde o karşısındaki yolu izlemeye devam ediyordu.
''Bana neden yardım ediyorsun?'' Adam ileriye odaklanmış gözlerini birkaç saniyeliğine benim şaşkın bakışlarıma çevirdi ve alaycı bir şekilde gülümsedi. Sararmış dişlerini gözler önüne sererken nedensiz yere söyleyeceği şeyleri deli gibi merak eder hale gelmiştim.
''Bu pek de yardım sayılmaz.''
''Kusura bakma,'' dedim imalı bir şekilde. ''Seni çözemiyorum. Tanımadığım bir adam bir anda pansiyondaki odamda beliriyor ve bana sigara veriyor. Sonra bana kim olduğumu sorup kendiyle ilgili tek kelime etmeden bana yardım etmek istiyor. Beni tanımıyorsun, ben de seni tanımıyorum. Gerçekten anlayamıyorum.''
Aklımdaki düşüncelerimi ilk defa kendimden beklemediğim kadar iyi bir performansla dile döktüğümde adam bir kahkaha patlattı ve bütün özgüvenim anında yerle bir oldu. Sadece bir saniyede. Neden gülüyordu? Komik olan neydi ki?
''Az konuş, çok düşün.'' dedi adam.
''Her neyse,'' dedim bakışlarımı yola sabitleyerek. Konuşarak bir yere varamayacağımızı anlamıştım. Adamın dili mühürlenmiş gibiydi sanki. ''Sana ne demeliyim o halde?''
Adam kafasını iki yana salladı. ''Bu günden sonra beni bir daha görmeyeceksin zaten. Herkes kendi yoluna. Ha bir de-'' dedi adam aniden adımlarını sonlandırdığında. Sanki birisi arkamdan yakalamış gibi durduğumda şaşkınca adama bakıp 'ne oldu' dercesine kafamı iki yana salladım. ''Çok konuşuyorsun. Artık bu kadar konuşmak yok. Bu yüzden sana böyle dedim, kaçak. Az konuş, çok düşün.''
Ben mi çok konuşuyordum? Komik.
Afallamış bir ifadeyle adamın yüzüne bakarken seri bir hareketle kafa salladım. Adam işaret parmağını kaldırıp önümüzdeki eskimiş binayı gösterdiğinde gözlerim oraya kaydı. Dışarıdan eskimiş, yıpranmış ve tamamen griye boyanmış yerin neresi olduğuna dair en ufak fikrim yoktu. Nereye gelmiştik?
''Bundan sonra burada kalacaksın-''
''Ama ben-''
''Sözümü kesme!'' diye bağırdı bir anda. Saatlerdir ilk defa bu kadar yüksek sesle konuşmuştu. Ürkmüştüm ama belli etmemek için soğukkanlılıkla başımı salladım. ''Bundan sonra burada kalacaksın. Sonrası sana kalmış. Eline bir miktar para geçtiğinde bu şehirden gidebilirsin ama plansızları kimse sevmez, bunu bil. Yanlış bir şey yapacak olsan bile planından şaşma, kaçak.''
''Tamam.'' dedim sanki adamın ellerine tutuşturulmuş iplerden sarkan bir kukla gibi. Adam hoşnut bir ifadeyle başını salladı.
''İçeride kimse yaşamıyor,'' dedi ve eli cebine uzandı. Cebinden çıkardığı anahtarı elime tutuşturdu. ''Buradan sonra yalnızsın. Bunlara alışık olduğunu biliyorum. Yani, tahmin ediyorum'' dedikten sonra yine cebinden bir kağıt parçası çıkarıp bana uzattı. ''Burada yazan adrese git ve çok soru sorma. Benim gönderdiğimi söyle.''
''Kimsin ki sen? Bana adını söylemedin bile.''
''Siyah demen kafi, turuncu. Onlar anlarlar.'' dedi adam ve elleriyle sertçe omuzlarımı sıkıp geldiğimiz yöne doğru adımlamaya başladı. Başka bir şey söyleme gereği duymamıştı. Gerçek dünya benim eski dünyamdan çok daha farklıydı. Üstüne tanımadığım ve 'Siyah' denilen bu adam bana neden yardım etmişti, bilmiyordum. İçimde durmadan artan adrenalin ve korku kendimi bu adama güvenme konusunda sıkıntıya sokuyordu. Korkmalıydım da. Bu adamı tanımıyordum. Bana neden yardım ettiğini bilmiyordum. Şu saatten sonra başıma neler gelecekti, en ufak fikrim dahi yoktu.
Belki de boşuna kuruntu yapıyordum. Sadece bana yardım etmek isteyen sıradan bir adamdı ama aklım sürekli daha farklı bir fikir üretmeye çalışıyordu. Kendi emeğimle bir şeyler yapmak isterken bu adam gelip yıllardır hayalini kurduğum şeyleri saniyesinde bana vermişti. Kendime ait bir ev, bir iş... Neden yapıyordu tüm bunları? Belki de benim için zor olan şeyler, insanlar için çocuk oyuncağıydı. Bense iplerden sarkan bir kuklaydım. Hayat benimle alay ediyordu.
Her ne düşünürsem düşüneyim bu, adamı son görüşümdü ve onu bir daha bulamayacağıma emindim. Belki de o beni bulurdu. Belki de bunlar hiç yaşanmamış gibi ben yeni hayatıma o da sırlarla dolu siyaha bürünmüş hayatına devam ederdi. Beni yiyip bitiren soru işaretleri de kilitli odalarında hayatlarına devam ederlerdi.
Her ne kadar yeni bir dünyada yaşadığımı düşünsem de ben yine yalnız olurdum. Her zamanki gibi...
*