LP - Lost On You
*
Temiz havayı içine çek. Fazla konuşma, derdini anlat, ona güven ver. Onu tanı ve konuşması için ona fırsat ver. Benliğinden çıkma. Sen ol.Kendime verdiğim direktiflerin ardı arkası kesilmiyordu ve ben çoktan bunalmıştım. Temiz hava bile ciğerlerimi yakıyordu. Ne diye bu kadar heyecan yapmıştım, bilmiyorum. Gerçekten. Ona karşı ne gibi bir duygu besliyordum, işte onu da bilmiyordum. Aşina olmadığım o kadar çok duygu vardı ki! En iyi bildiğim duygu hüzündü. Nefret etmeyi bile bilmiyordum. Ailemden, en azından öyle sandığım, bile nefret edemiyordum. Sadece halime hayıflanan biriydim ben, hüzün dolu. Ama kimseye içimi açma gibi bir niyetim yoktu. Kapalı bir kutu olmak güzeldi. İnsanlar senin gizemli olmadan korkuyordu. Gizemli ve soğuk insanlar, toplum tarafından her zaman dışlanan ve az da olsa korkulan bir türdü adeta. Aslında bunda korkulacak bir taraf yoktu. sınırımı aşmadıkça kimseye zarar vermeyeceğime emindim. En azından bunu biliyordum işte.
Çağrı'dan binbir güçlük ve alayla karışık aldığım adrese baktım. Buradan fazla uzak sayılmazdı. Yürüyerek gitmek beynime oksijen gitmesini sağlıyordu. Kapalı alandan bıkmıştım artık. Sare ile üç gündür görüşmüyorduk ve bu nedense bana çok uzun gelmişti. Ona alışmıştım ve o, bir anda gözden kaybolmuştu. Belki de benimle görüşmemesinin tek sebebi ben değildim, ailevi ya da başka sorunlar da yaşıyor olabilirdi. Tek çare kalmıştı. Onun ayağına kadar gitmek ve her şeyi anlamak.
*
Arada beş dakika daha geçmemişti ki Çağrı'nın tarif ettiği, gerçekten aşırı büyük bu gül kurusu rengindeki eve ulaşmıştım. Buraya ev demek haksızlık olurdu. Saraydı sanki. En azından benim şu ana kadar gördüğüm en lüks evdi. Ev gösterişten uzak bir bahçe dizaynına sahip olmakla beraber oldukça da sessiz, sakin bir lokasyonda bulunuyordu. Ama burası Sare'ye uygun bir yere benzemiyordu. Onun gözlerindeki ışık, saçlarındaki boş vermişlik ya da benliğindeki dikkat çekicilik yoktu bu evde. Güzeldi, büyüktü ama o kokmuyordu.
Birkaç adım daha attıktan sonra kahverengi, asma kapıya ulaştım. Sare bu kapının arkasında, her şeyden habersizdi. Beni gördüğüne şaşıracaktı, eminim. Bunu düşünmek bile elimi ayağıma dolaştırıyordu. Sabırsızca zile bastım. Sesi duymak her şeye bir adım daha yaklaştırmıştı beni. Kapıyı en fazla on beş yaşlarında olan, ergenliğinin doruklarında olduğu ilk bakışta bile belli olan kumral saçlı bir kız açtı. Bu benzerlik can sıkıcıydı. Bu kızın Sare'nin kız kardeşi olduğuna kalıbımı basabilirdim. Aynı gözlerdi işte, aynı bakışlar. Kız beni gördüğünde alaycı bir ifade yerleşti yüzüne. Gülümsüyordu.
''Seninki geldi!'' diye bağırdı yüzüme bakarak ama belli ki içeriye sesleniyordu. Olanları idrak edememişken ayak sesleri ilişti kulağıma. Karşımdaki kız hala aynı ifadeyle bana bakıyordu. Benim suratım şuan nasıldı acaba? Birkaç saniye geçmeden kapı hafifçe açıldı. Sare, kızı hafifçe ittirip kapıdan dışarıya çıktı ve kapıyı arkasından sertçe kapattı. Bana bakmıyordu.
''Ne işin var burada?'' dedi en sonunda. Sesi telaş ve serzeniş kokuyordu.
''Seni görmeye geldim, Sare.''
Cümlemi duymasıyla bakışları bu sefer gözlerime değdi. Güzel gözlerindeki alışık olduğum o bakışı yakalar yakalamaz ona tutundum. Kaybettiğim bir şeyi bulmuş gibi hissediyordum.
''Söylediklerim için pişmanım,'' diye geveledim. Halbuki odadayken çalıştığım cümlelerle alakasızdı tamamen bu, doğaçlama yapıyordum. ''Üzgünüm,'' dedim bu sefer. Sare'nin yüzündeki mimik değişimi izliyordum. Sanki birazcık gülümser gibi olmuştu. ''Üç gündür içim içimi yiyor, kapıyı gözlüyorum durmadan. Her zamanki gibi oradan çıkıp gelmeni. Seninle sohbet etmeyi özledim.'' Dediğimde Sare tek kaşını kaldırdı. ''Seni özledim-''