Sam Smith - I'm Not The Only One
*Sigaradan derince bir nefes çektim içime. Evet, muhteşemdi. O, dudaklarımın arasında ahenkli bir dansla aklımı başımdan alırken; geçmiş, gelecek ya da herhangi bir zaman dilimi ilgimi çekmiyordu. Ölümcüldü. Ben de öyleydim. Şu hayat benden biraz daha umutlarımı sömürdükçe sigaradan yeni bir nefes çekmek kolayıma geliyordu belki de... Silgi gibiydi ama hani şu kötü silenlerden. Siliyordu, evet ama izi kalıyordu işte. Ne kadar çabalarsam çabalayayım küçücük bile olsa iz kalıyordu, aynı kalbimin ısınmayan odalarındaki gibi.
Umut etmek ve çabalamak. Birbiriyle bağlantılı gibi görünen iki kelime ama o kadar farklılar ki. Çabalarsan umut ettiğin olacak diye bir kesinlik yok hatta çoğu zaman imkansız bile. Umutlar, yaprak dökümü gibi... Dökülüyor ama sonra yeniden yeşilleniyor. Dökülüyor. Yeşilleniyor. Bir döngü aslında bu ama kalıcı olmaması çok can sıkıcı.
Artık bir işim var, kalacak bir yerim var. Bu kadar kısa sürede olması ne kadar kafa karıştırıcı olsa da var işte. Sorgulamak beni daha da mutsuz etmekten başka işe yaramayacak. Elime geçen fırsatı değerlendirmeliyim en azından. Öyle çok büyük hayallerim yok belki ama kalbime sığmayan kocaman bir özlemim ve en az onun kadar da büyük de bir nefretim var. Özlüyorum. Çok özlüyorum ama nefretim yıllar geçtikçe özlemimle aynı sınıra kadar ulaştı. Ayırt edilemez iki kelime oldular artık benim için. Artı ve eksi gibi. Birbirlerini götürüyorlar ama hala orada olduklarını biliyorum. Ne kadar acı.
''İsmin gibi misindir, Barlas?'' dedi Çağrı biten sigarasını ayağının altında ezerken.
''Anlamadım?''
''İsmin gibi misin, diyorum.'' dedi ve eli yeniden cebine uzandı. ''Kahraman, savaşçı?'' Paketten çıkardığı ikinci sigarasını dudaklarına götürdü ve eliyle siper ederek yaktı. Benim aksime daha az bir nefes çekip ağzındaki dumanı yanıma doğru üfledi uzunca.
Kafamı 'Sence?'' der gibi salladığımda gülümsedi. Bu öyle küçük gören bir gülümseme değildi, eğlenmiş gibiydi. Çağrı gerçekten kafa çocuk dedikleri cinstendi. Sadece iki gündür buradaydım ama şu birkaç dakikalık sigara molalarımızda bile beni eğlendiriyordu. Belki de ben gülmeye çok açtım.
''Öyle olmasan burada işin ne?'' Biten sigaramı yere atıp ayağımla ezmeye başladım. Bu en sevmediğim kısımdı işte.
''İsmi bile garip olan bu barda çalışıyorum sadece,'' dedim omuz silkerek. ''Öyle çok da kahraman tarzı bir hareket sayılmaz bu. Prensesi kurtarmadım sonuçta.''
''Sahi,'' dedi sanki bir şeyi unutmuş da yeni aklına gelmiş gibi. ''Sevgilin var mı?'' Kafamı iki yana salladığımda şaşırmış gibi bir mırıltı çıkardı. Gülümsedim. ''Ciddi misin oğlum sen?''
''Evet,'' dedim gülümsemem iyice irileşirken. ''Ne o, çok mu şaşırdın?''
''Hayır da,'' dedi sigarasını dudaklarından çekmeden konuşmuştu, bu yüzden sesi biraz boğuk çıkıyordu. ''Sen Ahsen'e yüz vermeyince ben-''
''Saçmalama,'' dedim ve etrafımızda kimsenin olmadığından emin olmak için üstün körü çevreme bakındım. Görünürde kimse yoktu. ''Oğlum, bunlar böyle bağıra çağıra konuşulacak şeyler değil, hele ki burada.'' dedim elimle barın kapısını işaret ederek. Umursamazsa kafa salladı. ''Hem Ahsen ne alaka? Ablam sayılır o benim.''
Çağrı etrafı inletecek bir kahkaha attı. Abartmıyorum. Onun bu hali beni de güldürmüştü ister istemez. Ama, şaka mahiyetinde söylüyor olsam bile gerçeklik payı vardı az da olsa. Kadın benden en az on yaş büyüktü. Ben daha kendi yaşıtlarıma karşı bile bu kadar mesafeli davranırken, Ahsen gibi olgun bir kadına nasıl yaklaşabilirdim ki? Hayır, hiç sanmıyorum.