*
İnsanın yaşadığı hiçbir şeyi olmayınca bunun ne kadar can yakan bir şey olduğunu anlayamıyor. İnsan, geçmişindeki izleri taşır yüreğinde, onlarla yaşar. İster iyi olsun anıları ister kötü, yeter ki bir anı olsun, hayatını onlara göre tasarlar. Yaşadığın kötü tecrübeler seni hayata bağlayan halatlardır. Yaşanılan güzel olaylarsa bu hayatta hala umut olduğunun bir habercisidir aslında. Benimse bütün iplerim kopmuş durumda. Kötü yaşanmışlıkları geçtim kayda değer hiçbir şey yoktu zihnimde. Bomboş, bir arazi gibiydi. Bağırsanız sesiniz yankılanırdı orda. Belki de o yüzdendi benim bu sürekli kendi kendime düşüncelerim, konuşmalarım... Bir taraftan Sareye bakıyordum ve onu çözmek bir fizik problemini çözmekten bile çok daha zordu. Yaşanmışlarını tahmin etmek çok güçtü. Onu merak ediyordum. Onun acısına ortak olmaya çalışsam da bunun imkansız olduğu gerçeğini ikimiz de çok iyi biliyorduk. Ne yaşıyorsa ve yaşamışsa bu tamamen onu ilgilendiriyordu. Anılar da onun da acılar da hayat da. Ben sadece bir figürandım onun hayatında. Her ne kadar acılarımızı da mutluluklarımızı da bilsek, hatta onlara üzülsek de sevinsek de beraber, gece yatağa yattığımızda kendi zihnimizi kurcalardı yalnızca onlar.
Uzun lafın kısası herkesin acısı da kendine, sevinci de...
Başrol oyuncusu Sare ise şuan o kadar bitik durumdaydı ki artık acısını gizlemek için kendini gölgelemiyordu bile. Adımlarını sanki boşluğa atıyormuş gibiydi. Elinden tutmasam düşecek gibi görünüyordu. Vücudu ondan tamamen bağımsız bir uzuvmuş gibi kendini tamamen bana bırakmıştı. Yanında olmama düşüncesi bile beni korkutmaya yetiyordu.
''Sare,'' dedim kulağına eğilerek. ''İyi misin?''
Cevap vermedi. Evet, çok saçma bir soru sormuştum ama onun için endişeleniyordum. Sare'nin babasını tanımıyordum, daha önce hiç görmemiştim fakat buna rağmen hayati önem taşıyan sözlerini duymanın merakını yaşıyordum ben de. Bu yanlış mıydı, bilmiyorum ama kendimi durduramıyordum. Çağrı ise iki adım arkamızdan geliyordu ve onu ilk defa bu kadar sakin görmüştüm. Neler olduğunu bilmese de sanki bir şeylerden şüphelenir gibi bir hali vardı, bu beni daha da çileden çıkarıyordu işte. Sare'yi de, onun hayatını da, babasını da, annesini de benden daha iyi tanıyordu ve bence bu haksızlıktı.
Dans pistinde kendinden geçmiş insanların arasından sıyrılırken buraya ne kadar yabancı olduğumu düşünmekten alamıyordum kendimi. Bu, ben değildim ki. Hiç olmamıştım.
Sare'nin adımları yavaşladığında yaklaştığımızı anlamıştım. Ama karşımda sadece bir tane tanıdık yüz vardı, Ahsen ve yanında da aşırı uzun boylu bir adam duruyordu. Ahsen'in ilgi alanı bambaşka bir yerdeydi, davetlilerle ilgileniyordu. Onu ilk defa bu kadar neşeli görmüştüm, yüzünden gülümsemesi hiç eksik olmuyordu. Adam ise neredeyse elli yaşına merdiven dayamış olmasına rağmen kıskanılacak bir görüntüye sahipti. Sare'nin babası olduğunu anlamam hiç de zor olmadı. Gözlerini ondan aldığı apaçık ortadaydı. Üzerinde jilet gibi duran, siyah bir takım elbise vardı, çok şık ve asil görünüyordu. Böyle standart bir babanın Sare gibi bir kızı olması akıl karı değildi. Birbirlerine o kadar zıtlardı ki iyi anlaşamadıklarını anlamak için onları iki saniye süzmek yeterliydi.
''Kızım,'' dedi babası en az görüntüsü kadar karizmatik olan sesiyle. Eskiden radyolarda şiir okuyanlara benziyordu sesi. ''Nasılsın?''
''Sence?'' diye tersledi onu Sare. Zaten ne bekliyordu ki, koşarak boynuna atlamasını mı? Öyle bir şey olsa Sare'yi kolundan tuttuğum gibi soluğu hastanede alırdım.
''Konuşmak istiyorum,'' dedi babası ve gözleri bana kaydı. ''Yalnız.''
Sare samimiyetsiz bir şekilde güldü. Dalga geçiyordu. ''Böyle ciddiyetlere gerek yok baba,'' dedi. ''Barlas, benim sevgilim ve yanımda kalmasını istiyorum.''
Sevgilim? Bunu ilk defa söylemesi bir kenara bunu babasının yanında söylemesi beni on kat daha fazla utandırmıştı. Yanaklarımdaki sıcaklık bütün vücudumu esir alıyordu. Neredeyse alev alacaktım. Bu hale düşmekten nefret ediyordum. Onun bu kadar özgüvenli olması kıskanılacak bir durumdu. Gömlek boğazımı adeta kesiyormuş gibi hissediyordum. ayak uçlarımdan kafama doğru yayılan sıcaklık eminim ki yüzümün al al olmasıyla taçlandırmıştı kendini.
''Senin bu tarz şeylerle işin olmaz sanıyordum,'' dedi, gözleri hala üzerimdeydi. Kızını yanlış tanıdığı o kadar belliydi ki. Ben bile onu babasından daha iyi tanıdığıma yemin edebilirdim. Sadece 'baba' unvanını taşıyordu o. Tabi, insan annesini ve babasını seçemiyordu. Oysa ben seçmeyi o kadar isterdim ki. Aslında sadece olmaları bile yeterdi benim için ne yalan söyleyeyim. ''Neyse, uzatmayalım. Konuyu biliyorsun,'' dedi ve tezgahın üstündeki koyu sarı renkli içkiden bir yudum aldı. Sert bir şeye benziyordu. Burada servis edilen içkilerden çok daha farklıydı. Bugüne özel olmalıydı. ''Annenin durumu da ortada. Hasta. Ona ne kadar yıl katlandım ben, biliyor musun sen-''
''Katlandın mı?'' dedi Sare inanamıyormuş gibi. Elini sıktım çünkü işler çığırından çıkacakmış gibi görünüyordu. ''Bravo, baba-'' Kelimeleri seçemiyordu. Belki de kalp kırmaktan korkuyordu ama yine de babasından bu sözleri duymak ağrına gitmişti. ''Tamam, bıraktın kadını, ayrıldınız. Neden çağırdın beni o zaman buraya? Kutlama yapmak için mi? Annemden kurtulmanı mı kutluyoruz?'' Vücudu tir tir titriyordu. Ne yapacağımı kestiremiyordum.
Babası biraz sakinleşmesi için kızına süre tanırken Sare'nin sinirinde gram azalma olmuyordu. Aksine daha da kendinden geçiyormuş gibiydi. Kaşları çatılmıştı, gözlerinden ağlamamak için kendini sıktığı çok belliydi. Annesine söylenenler onu çok zedelemişti. Annesinin hasta olduğunu bilmiyordum, daha önce hiç anlatmamıştı. Onu yavaş yavaş çözüyordum ama bunun bu kadar zor ve acılı olacağını hiç tahmin etmiyordum.
''Seninle tartışmak istemiyorum, Sare,'' dedi babası. Sare'nin aksine inanılmaz derecede sakindi. Bu insanı daha da delirtiyordu. ''Bu daveti düzenledim çünkü bilmen gereken bir şey var. Aslında daveti düzenlemek isteyen kişi ben bile değilim,'' Babası bir anlık sustu. Bu cümlenin devamını getirmek onun için de zor gibi görünüyordu. Boğazında bir şeyler düğümleniyor, iki dakika önceki dimdik duran adam yerini bambaşka birine bırakıyordu. Korkuyor gibiydi ama neden? ''Bu daveti düzenlememi Ahsen istedi aslında,'' dedi ve eli Ahsen'in belini kavradı. Ahsen'in ilgisi yanındaki davetliden kayar kaymaz gözleri Sare'yi buldu. Hala gülümsüyordu ama bu öyle şirin bir gülümseme değildi, sinsiydi. Ahsen gibiydi. O kokuyordu. Bu, hiç hoşuma gitmemişti. Kolumun altında, kendini tamamen bırakan Sare'nin titremesi daha da artmıştı. Ona bir şey olmasından ölesine korkuyordum. ''Ben, Ahsen'le birlikteyim kızım, uzun süredir. Bu daveti o düzenlemek istedi çünkü artık bunu herkese duyurmak için önümüzde bir engel kalmadı. Senin de bunu anlayışla karşılamanı umuyoruz, kızım.''
Çok normal bir şey söylediğini mi sanıyordu bu adam? Az önce kızına, yıllardır annesini aldattığını itiraf etmişti ve buna karışık anlayış mı bekliyordu? Kamera şakasının ortasına düşmüş gibiydi. Birazdan her şeyin bir şakadan ibaret olduğunu söyleyecek ve herkes bizi alkışlayacaktı. Eminim bunun olması şu yaşanılanlardan çok daha normal karşılanırdı.
Sare, cevap vermedi. Sustu. İçinden bir şey söylemek gelmiyordu. Şuan resmen onun kafasının içinde hissediyordum kendimi. Çaresiz ve hayal kırıklığına uğramıştı. Ruhen hırpalanmıştı. Ona bunu babası yapmıştı. Bu sadece annesini aldatmak demek değildi. Sare de aldatılmıştı.
Onu hissediyordum, onu tanıyordum, onu yaşıyordum.
O, artık eski Sare olamayacak kadar yıpranmıştı.
*