6.Bölüm: Şaka

40 2 3
                                    

Paramore-Ain't It Fun
*

Gün ışığı, perdenin aralıklarından yüzünü gösterirken bedenim sanki yatağa mühürlenmiş gibiydi. Kalkmak istemiyordum, uyumak daha cazip bir fikir gibi geliyordu. Kollarım sanki bütün bir dünyanın yükünü kaldırmışım gibi ağrıyordu. Üç gündür buradaydım ama bu kadar kısa sürede bu derece yoğun bir tempoyu kaldırmak hiç de kolay değildi. Tanınmış ya da çok güzel  bir mekan değildi burası ama hep kalabalık oluyordu. İnsanlar akın ediyordu adeta, iyi iş yapıyordu. Siyahtı. Az aydınlatılmış birkaç spot lambadan başka hiç ışık almıyordu içerisi. Kırmızı, siyah ve gri tonlarında bir konseptle hazırlanmıştı. Öyle gençlerin takıldığı tarzda, sıradan bir yer de değildi. Düzenli olarak içmeye gelen tipler oluşturuyordu müşteri profilini genelde. Ama kavgası, dövüşü de eksik olmuyordu maalesef. Bazen beni bile şaşkına çeviren insanlarla karşılaşıyordum. İşlerine akıl sır erdiremediğim güzel kadınlar, takım elbiseli, uzun boylu herifler, saçları ağarmış birkaç ihtiyar adam, değişik saçlara sahip çocuklar (benden bile değişik)  ve dahası... Ama değişik insanlarla karşılaşmayı seviyordum.

Beni yeniye alıştırıyordu. Eski benden her geçen gün uzaklaşıyordum ve bu sevindirici bir gelişmeydi.

Günler geçtikçe aklımdaki fikirler de kendini tazelemeye devam ediyordu. Soru işaretleri tükenmek bilmiyordu ama onlara alışmıştım. Soru işareti olmadan bir dakika bile geçirmemiştim ki şu hayatta! Şimdi de aynıydı. Belirsizliğe kapılmış bir zihnin karmakarışık hayatını yaşıyordum. Merak ettiğim pek çok şey olmasına karşın korktuğum da oluyordu. Bu işi kaybetmekten, yeniden yalnız kalmaktan, hayallerime ulaşamamaktan korkuyordum. Kafama koymuştum çünkü, uzaklaşmalıydım buradan. Çok uzaklaşmalıydım.

On sekiz yılımı çürüttüğüm bir şehirde daha fazla kalmak istemiyordum. Burası beni siliyordu. Her geçen dakika daha çok siliniyordum. Görünmez oluyordum. Buraya ait değildim, ne kadar uzun zaman geçse de buraya alışık değildim işte. Kendimi rahat hissetmiyordum. Havası bile ciğerlerimi yakıyordu. İnsanlar doğdukları, büyüdükleri şehirleri severler değil mi? Benimkisi büyük bir ironi o halde. Ben doğduğum şehri tanımıyordum. İşin aslı ben kendimi tanımıyordum doğru dürüst.

Kapının bir kez tıklatılmasıyla kafamın üstünde oluşan soru işaretleri yavaş yavaş silinirken benim bile duyamadığım bir mırıltı çıkardım. Kapı ikinci kez tıklatıldığında zorlukla yataktan kalkmaya çalıştım ama çok zordu. Bu yatak bir mıknatıs ve beni kendine çekiyordu, bundan eminim.

''Çaylak?'' diye seslendi kapının öteki ucundan Çağrı. Gözlerimi ovuştururken kurumuş dudaklarımdan bir sözcük çıkmasını için çabalamıyordum bile. Yutkunmakla yetindim. ''İyi misin, Barlas? Uyuyor musun?''

''Evet,'' dedim dalga geçerek. Nihayet sesim çıkmıştı. Çağrı kapıyı sertçe açıp hınzır bir gülümsemeyle bana baktı. ''Ne o, uyandırma servisliğine falan mı başladın?'' dediğimde yanıma doğru adımlaya başlamıştı bile. Yere düşmüş yastığa uzandı ve bir saniye sonra yastığı kafama fırlattı. Reflekslerim beni yarı yolda bırakmışken yanımdaki yastığı aynı özgüvenle Çağrı'ya fırlattım. Ama sonuç başarısızdı. Çağrı yastığı havada yakalamayı becerebilmişti çünkü, benim aksime.

''Bunda bile çaylaksın,'' dediğinde cevap vermedim. Ellerim darmadağınık olan saçlarıma ilişti ve onları daha çok karıştırdım. Uyku mahmurluğunu henüz üstümden atamamıştım. ''Tabi karşında beni beklemeyi ummadığını biliyorum ama-''

''Kimseyi beklemiyordum.''

Çağrı pis pis sırıtırken olanları idrak etmek için biraz olsun çabalamadım bile. Yetmiş yaşında biri gibi zorla bacaklarımı yataktan aşağı sallandırdığımda Çağrı odada duran kahverengi koltuğa uzandı ve cebinden çıkardığı telefona bakmaya başladı.

KAÇAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin