Lee Know'un odasına ilerlerken içimde engel olamadığım bir neşe vardı. Haklı olmak beni gerçekten mutlu ediyordu. Kapıyı melodik bir şekilde çalıp içeriye girdim. Anında gözlerime çarpan çizimimle gülümsemem daha da büyüdü.
"Selam, Lee Know! Nasılsın?"
Kocaman gülümseyen yüzümü gördüğünde o da afallayarak gülümsedi. "İyiyim ama senin kadar değil sanırım. Bir şey mi oldu?"
Hızla kafamı salladım. "Bunları sonra konuşuruz. İlk önce seans."
Merak ettiğini tümüyle belli ediyordu. Aslında duygularını böyle belli etmesi iyi bir şeydi ama hala dışarıdaki insanlara karşı bir duvarı vardı. Tahminimce geceki krizinden sonra bana olan önyargısını yenmişti. "Peki, bugün ne yapıyoruz o zaman?"
"Öncelikle sen söyle, sana verdiğim ödevi yaptın mı?" Hemen kafasını sallayıp yanında bulunan komidinden ona verdiğim telefonu aldı. "Uzun zamandır müzik dinlemiyordum. Yeni şarkılar baya güzelmiş. Seçmek biraz zor oldu ama seçimimden menunum sanırım."
Elinden telefonu alıp arka cebime attım. Ona bu görevi vermiştim çünkü bir insanın en sevdiği şarkı onun aynası olurdu. Bu seçtiği beş şarkı içinde ondan bir sürü esinti bulacağıma adım gibi emindim.
Tam koltuğu geri çekip oturacak iken beni durdurdu. "Senden rahatsız olmuyorum Han~shi. İstediğin gibi oturabilirsin." Yine de arada biraz mesafe bırakıp oturdum.
"Bugün seninle hayal kuracağız!" Dedim gülümsememi bozmadan.
Yüzü düşünür gibi bir ifadeye bürünürken "Hayal mi? Gelecekte ne olacağım gibi şeyler mi?" Diye sordu.
"Sadece bununla kısıtlı kalmayalım bence. Mesela benim hayalim Ay'a çıkıp oradan Dünya'yı izlemekti. Gece olduğunda göreceğin manzarayı bir düşünsene!" Heyecanlı konuşmamı durdurup yüz ifadesine baktım.
"Ben olsam Dünya'yı değil, yıldızları izlemeye devam ederdim. Işıklar yüzünden yıldızlar görünmüyormuş biliyor musun? Eminim Ay'da olsaydık Dünya'dan daha mükemmel bir görüntü ile karşılaşırdık." Gözlerindeki parıltıları gördüğümde yıldızları gerçekten sevdiğini anladım.
"Yıldızları çok seviyor olmalısın." Dedim teyit etmek için.
"Evet, geceleri o karanlık odada kaldığımda odamı aydınlatan şeyler bir sokak lambası yerine bir kaç küçük yıldız ve Güneş'in ışığını yansıtan Ay'dı." Gözleri heyecanla bana dönerken yüzündeki buruk gülümseme gerçek bir gülümsemeye dönüştü. "Tabi şimdi aralarına başka bir şey daha eklendi."
Tahminde bulunup resmini işaret ettim. "Saçlarında mavilik olan çocuk mu?"
"Ona umut demeye karar verdim. Kendisi sanırım benim neden hayatta olduğumun kanıtı. O karşıma çıkana kadar 'Neden ölmüyorum ki?' Diye sorgulardım. O geldiğinde ise bir şeyler değişti. İlk önce gecemi aydınlattı. Şimdi de bana kendi ışığından bulaştırıyor fakat benden ilerde nefret eder diye korkuyorum çünkü ona çok büyük bir zarar verdim."
Kimden bahsettiğini acayip merak ediyordum ama o söyleyene kadar sesimi çıkarmayacaktım. "Affedilmeyecek gibi değilsin ki Lee Know. Eminim seni tanısa hemen affeder."
"Sen beni tanıyor musun?"
"Tanımaya çalışıyorum ve sanırım sen de izin veriyorsun. Her neyse, konumuzdan saptık." Saçlarımı düzeltip arkama yaslandım. "Gözlerini kapat şimdi, seninle kendimize ait bir Dünya kuracağız."
Hemen benim gibi arkasına yaslanıp gözlerini kapattı. "Bir ev hayal et. Tamamen senin olan. Sonra bana o evi anlat."
Kaşları çok az çatıldı. "Tamamen beyaz olan bir ev var karşımda. Evin etrafı demir çitlerle çevrilmiş. Sanırım buradan kimse geçemez. Evin arkasında bir çocuk parkı var. Oh, hatta bir çocuk da var. Eğleniyor gibi görünüyor. Tombul yanaklı biraz. Sana benziyor aslına bakarsan. Oturma odası bizim duvarları boyadığımız gibi boyanmış. Vay, canına Sungie~!"
Bana hitap şekline şaşırıp "Ne oldu?" Diye sordum.
Yüzündeki keyifli ifadeyi bozmadan konuşmayı sürdürdü. "Boyama yeteneklerimiz gelişmiş olmalı. Duvara çok güzel bir resim çizmişiz. Hatta o küçük çocuğun el izleri de var."
Daha çok şaşırırken kalbimin hızlandığını hissediyordum. "İkimiz mi?"
"Evet, bu harika! Oh, kapı çaldı. Ben ilerliyorum kapıya." Anlatmayı kestiğinde gerilmiş yüz ifadesine baktım.
"Kötü bir şey mi oldu?"
"Hayır, annem geldi ve bana sarılıyor. Abim de küçük çocuğu sevmeye başladı. Sen de anneme selam veriyorsun."
Annesine mi sarılıyorum? Tanrım, bir dakika, bu hikaye tam olarak nereye gidiyor? "Oh, kapıda başka bir beden daha belirdi. Bunlar Changbin ve Hyunjin."
Şaşkınlıkla gözlerimi büyütürken onu durdurdum. "Bir dakika, Hyunjin'i hiç görmedin ki sen. Nasıl hayal edebiliyorsun?"
Utançla başını çevirirken onunla bütün konuşmalarımızı gözden geçirmeye karar verdim. Belki ona fotoğrafını göstermiş olabilirdim.
İlk Hyunjin'den bahsettiğim günü düşündüm. Korkunç tepkiler ve ayrıca bir kriz. Olmayan merağının her an yükselmesi. İlk bana bir şeyler anlatmaya başladığı zaman, annesinin ona 'katil!' diye bağırması. İstemeden birilerine zarar verdiğini itiraf etmesi. Ona zarar veren kişiyi öldürdüğünü itiraf etmesi. Resim çizdiğimiz gün resmime bakıp 'bizi mi çizdin?' diye sorması ve ona Minho dediğimde korkması. Ayrıca Minho'nun da itiraf etmekten korktuğunu düşünmesi...
Dürtüklenen kolumla Lee Know'a döndüm. "Jisung, ne düşünüyorsun?"
"Sen... Sen Minho'sun değil mi?" Yüzünü incelerken bundan emin olmuştum bile.
"Ne?" Diye mırıldansa da onu dinlememiş "Tanrım, sen Minho'sun! Bunu nasıl fark etmem! Yaşadığını biliyordum!"
Korku dolu gözleri beni bulunca duraksadım. Bana dedikleri bir kez daha aklımda dolandı. "Sana bir şey söylemiştim hatırlıyor musun? Minho ol ya da olma ben her zaman arkandayım ve ne kadar yaralı olduğunu biliyorum. Tepkilerimden korkmana gerek yok."
"Gerçekten mi?"
"Gerçekten, her zaman yanındayım!"
~👨🏻⚕️~
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Psycho °Minsung° ✓
FanfictionPsikolog Jisung'un yeni hastası için akıl hastanesine taşınması gerekiyordu. ‼️‼️SEMESUNG‼️‼️