Sabah Serhat'ın bilinci büyük bir korkuyla açıldı. Dün gece yaşananlar birebir tekrarlanıyordu rüyasında.Aynı hareketler, aynı koku
Aynı duygular, aynı tutku...Her bir ayrıntı vardı kafasında. Ellerini ne zaman saçına götürdüğü, o kokuyu ne zaman ciğerlerini patlatmak istercesine içine çektiği, içindeki merakın alevlenip arzuya dönüşmesi, kıvırcığın dudaklarından okuduğu onca duygu, kendi bedeninin titreyişleriyle adeta mors alfabesi misali içindekileri kusuşu... Ne kadar da uzun gelmişti ona o anlar, rüyasında da bir o kadar yavaştı. Doya doya yaşadığı bu anların hesabını nasıl vereceği hakkında kafasında beş farklı senaryo yazmıştı tanrıya karşı.
Vücudu dolaba dönüktü, bunu sırtına vuran soğuktan anlamıştı. Gözlerini açmaya öylesine korkuyordu ki bunların sadece rüyada kalmış olma ihtimali onu rahatlatsa da içten içe bitmemesine dair dilekleri sonsuza ulaşıyordu.
Ne düşünüyordu, ne yapıyordu, ne hissediyordu?
Dile kolay yedi yıllık bir ilişkisi vardı. Hayatındaki başarı takıntısı ve hırsını asla engellememişti şimdiye kadarki hiçbir durum.
Çok farklı yerler görmüştü, çok renkli hayatlar, çok karanlık ortamlar, karmakarışık insanlar... Bunlardan kendine kattıklarıyla ilerlettiği hayatında nişanlısıyla olan ilişkisi sallantıya girse bile profesyonel hayatından vermediği ödünü, tam da şu an veriyordu.
Bilincinin açılmasının sebebinin telefonundaki aptal alarm olmadığını hatırlayınca biraz olsun içi rahatladı. Bu aklındakiler yarışmayı etkilememeliydi. Dün gece tarifleri çalışmadığı gibi aklındaki planların yarısının detayları uçup gitmişti.
Aklından set anını tekrar etti, defalarca kafasında o oyunu yaşadı. Tekrarladı, tekrarladı ama odağını illaki bir yerde kaybetti. Aklına gelen görüntüleri silip atamadı, arkaya itekleyemedi. En canlı haliyle aynı sahne oynuyordu kafasında.
Kafasını yastığa gömdü. Nefes almak istemiyordu, ışık görmek istemiyordu, herhangi bir yaşam belirtisi istemiyordu. Tek isteği birkaç saat sonraki oyuna odaklanmaktı. En baştan başladı, hangi kapları alacağını listeledi, hangi malzemelerin gelebileceğini, hangi yağı hangi yemekte kullanacağını düşündü. O kadar çok düşündü ki yastığa bastırdığı kafasının düşünmekten mi yoksa oksijensizlikten mi ağrıdığını kestiremiyordu.
Düşünceleri yavaş yavaş toparlanırken tuttuğundan bihaber olduğu nefesini de bıraktı. Gözlerini adeta bir sır perdesi aralarmışçasına çok hızlı ve sertçe açtı. Karşısındaki dört dolap kapağıyla bakıştı bir süre. Gerçeklik algısı bozulacaktı artık. Kendisini yemeğe vermeliydi. Hızla yataktan kalkıp hiçbir yere bakmadan duşa doğru ilerledi.
Yavaşça kapatmaya çalıştığı banyo kapısı, fazla gıcırdıyordu bir villanın kapısına göre ama ne kendisi ne de Barbaros bunu şikayet edecek bir olay olarak görmüştü. Kimseye söyleme gereği de duymamışlardı.
Kendisini attığı ılık su başta ürpermesine neden olsa da alışması zaman almamıştı. Kafasından boynuna akarken yumuşak yumuşak tenini okşayan sular, aklına yine dün geceyi getirdiğinde "Eeh! Yeter be!" diye söylendi seslice. Bunu dediğini bile unutup kafasını yemeğe verdikten sonra birkaç dakika kapı tıklatıldı.
"Serat? İyi misin?" Serhat duyduğu bu sesle elindeki jiletle yanağını kestiğini fark edemeyecek kadar derin bir duygu seline kapılmıştı.
"Serat meraklandırma, iyi misin?"
Bunun öncesinde kaç cümle daha kurmuştu diye düşündü Serhat. "İyiyim, yanağımı kestim biraz." dedi sakince. Kapının arkasından bir ses duydu "Dikkat et. Ha bir de sıradayım yani benim de gidermem gereken ihtiyaçlarım var o banyoda." Küçük kahkahası kapı ardından duyulurken, Serhat kestiği yanağına tuvalet kağıdı tutup, işine devam etti.
Hazırdı ve hiçbir şey kafasını bulandıramayacaktı. Mutfağa girerken tüm düşüncelerini, duygularını kapıda bırakır; odağını bozacak hiçbir şeye mahal vermezdi.
Sete girdikleri andan itibaren iki arkadaş rollerine dönmüşlerdi. Bu artık bir rol olacaktı onun için çünkü arkadaş gözüyle bakamazdı artık ona. Sevgili gözüyle bakabileceği için değil de arkadaştan farklı, kelimelere sığdıramadığı bir konumdaydı artık onun için Barbaros. Duygularını anlamlandıramadığı gerçeğini kabullenmek istememesi işleri daha da girift hale getiriyordu.
İkisinin de aynı takımda oldukları haftalardan birindelerdi. Yaptıkları yemeklere odaklanırken cidden akıllarına başka hiçbir şey sokamıyordu bu iki adam da. Ayrı takımda olsalardı belki bu olanlar objektifliklerini etkileyebilirdi, bu yüzden ikisi aynı takımda toplayan kaptanları Celal'e içten bir teşekkür sundurlar.
O günün konsepti Meksika yemekleriydi. Serhat, en sevdiği mutfaklardan biri olan Meksika mutfağını duyduğundan itibaren tüm odağını oraya vermişti. Bu mutfakta kaybedemezdi. Normalde de kaybedemezdi ama kendisine aidiyet hissi veren şu konseptte ucu ucuna kazanmak bile yeterli değildi onun için. Büyük bir farkla kazanmalıydı öğrendiklerini göstermeliydi.
Barbaros Meksika Mutfağı'na pek bayılmazdı. Fazla baharatlı ve asitli olduğunu düşündüğü bu mutfak ona her daim ağır gelmişti. Onun uzmanlığı Akdeniz Mutfağı'ydı. O hafif ve insanın içini ferahlatan yemeklerden hoşlanmıştı her daim.
Serhat'ın konsepti duyar duymaz gözlerinde beliren parıltıyı fark etmemek imkansızdı. Menü açıklanıp geri sayım bittiği andan itibaren herkes kendini işine vermiş, büyük bir özveriyle çalışmaya başlamışlardı. Uzun olan, arkaya yatırdığı kıvırcık saçlarına elini götürürdü stres yaptıkça, yine öyle yaptı belki defalarca. Serhat bunun birkaçını görse de her gördüğünde odağının neredeyse ona kayacağını fark etti. Bu durum da onu fazlasıyla korkuttu.
-------
Kazandıkları oyunun ardından dokunulmazlık oyununu izlemek üzere balkon kısmına çıkmışlardı. Burası iki arkadaşın da en sıkıcı bulduğu ama en yararını gördükleri kısımdı. Karşılarındaki insanı en yakından inceleme şansı veren bu balkonda gözlerini bir şahin edasıyla aşağıdakilere diker, her bir hareketlerini anlamlandırmaya çalışırlardı.
Serhat hele kendisini öyle bir kaptırırdı ki altta yapılan hatalara sessiz kalmakta çok zorlanırdı. İleride alttaki bir yarışmacının balıkta unuttuğu kılçığı gözlüklerini unutmasına rağmen o balkondan görebilecekti. Balık anatomisi, şakaya gelmezdi. Gelmeyecekti de...
Bir süre sonra alttaki adamları izlemekten yorulan Serhat kafasını korkuluklara koyup, gözlerini kapattı. Yemekle dolu olan kafasını dinç tutma çabası gittikçe artıyor, arttıkça verimsizleşiyordu. Bu yorgun bedeni nihayet fark eden kıvırcık, yanına doğru ilerledi. Ellerini omzuna koyup, masaj yapmaya başladı.
Kendisine dokunan ellerin sahibinin kokusunu anında anlayan gözlüklünün yüzündeki gülümsemeyi kolları saklasa da kıvırcık vücudundan onun ellerine geçen memnuniyeti anlayabiliyordu.
"Daha iyi misin?" diye sordu yumuşak sesiyle. Kafasını kaldırıp arkasındaki adama baktı Serhat. "Set ışıkları..." dedi bezmişçesine. "Bazen mutfak işinin canlı bir gösteri olmadığına şükrediyorum."
Bunu demesiyle yanlarında oturan Özgül güldü ikisine bakarak. "Niye öyle diyorsun canım? Her gün Barbaros'la yan yana yemek yapsanız insan önünde, olmaz mı?" Bu düşünceyle ikisi de birbirlerine parlayan gözlerle bakıp gülümsediler.
"Ben birinci olursam, neden olmasın?" Özgül bu cümleyle yine güldü "Ben kazandığımda alırım ikinizi restorana. Hanginiz ikinci olursanız onu sous chef yaparım." Serhat ve Barbaros tekrar bakıştılar. İkisinden biri birinci olacaktı. Başka kaçarı yoktu ilerideki dört ayın.
Gülüşmelerin ardından gözlüklü karşısındaki adamın aklına onlarca tilki sokacak olan cümleyi kurdu "Ya şampiyonluk ya hiç benim için Özgül Abla. İkinci dahi olsam, kaçar giderim ülkeden."
mrb!
Biliyorum çok çok gecikti ama ancak kendimi topladım; sınavlar, hastalıklar, yol, toplanma derken ancak yazıyı bitirebildim.
:*