Sabah yanındaki adamın öpücükleri ile gözlerini açan Barbaros, bu cüretkarlığın karşısında ne kadar şaşırsa da anı bozacak bir hareket yapmak istememişti. Yanaklarında, gözlerinde ve saçlarında dolanan dudaklar nihayet dudakları ile birleştiğinde önce sırıttı, sonra öpüşüne karşılık verdi.Bugünün konsepti MasterClass olacağı için ikisi de acele bir hareket yapmıyor, kendi kendilerini germiyorlardı.
Serhat tek kişilik yatağa iki kişi yatmanın ceremesini sırt ağrıları ile çekiyordu. Barbaros halinden memnun olsa da yanındaki adamın çektiği ağrıyı bilse, yan yana yatmayı asla kabul etmezdi. Canını acıtacak hiçbir şey yapmak istemezdi.
Öpüşlerinin arasında ellerini solundaki küçük bedenin kalçasına götürdü kıvırcık. Hafifçe sıktıktan sonra üstüne çıkardı bu bedeni. Kendisi yataktaki konumunu ortalarken, üstündeki adamın elleri saçlarında dolaşmaya başladı.
Zaman zaman çektiği saçlarıyla birlikte ortalık yavaşça ısınıyor, girdaba git gide yaklaşıyorlardı. Girdaptan çıkmalarının çok zaman alacağını fark ettiklerinde; derinleştirdikleri öpüşlerini hafifleştirdiler ama ayıramadılar dudaklarını.
Sanki özlem tutkalı ile yapışmışlardı birbirlerine. Ayrılmak istemiyor, bölündüklerinde eksik olacaklarını hissediyorlardı.
-------
En sonunda ayrılıp hazırlanmaya başladıklarında, Serhat tekrar gözlüğüne bakınmaya başladı. Kafası birkaç günüdür öyle dağınıktı ki bunun kaçıncı kaybedişi olduğunu sayamıyordu bile. Aynı zamanda bu gözlüğünü kaybederse, yerine bir yedeği yoktu maalesef.
"Çekmeceye koydum gece, onunla uyumuştun." dedi Barbaros gülerek. Onlar için oldukça zor geçen günün gecesinde yorgunluktan gözlüğüne dikkat etmeden uyumasına şaşırmamıştı. Aksine bir ebeveyn edasıyla sakince gözlüğü çıkarmış, yorgun ama canlı bu yüze bir süre bakıp, öyle uykuya dalmıştı.
"Bakarken kıyamamak mı ?
Yoksa baktıkça doyamamak mıdır aşk?" demişti Özdemir Asaf.
İşte bu Barbaros için de güzel bir ikilemdi.Bu adamın suratına bakarak uyumayı alışkanlık edinirse, ileride yarışma bittiğinde ne olacağını bir anlığına düşünse de hemen sildi bu düşünceyi aklından. Daha birlikte geçirecekleri dört buçuk ayları vardı.
"Ya! Nasıl unuttum ben onu?" diye söylendi Serhat gözlüklerini takarken. Böylesine değerli hissettiği anların azlığı, en küçük şeyin onu mutlu etmesini sağlıyordu.
"Hayatım gözlüğümü bulamıyorum, gördün mü?" diye seslenmişti Serhat nişanlısına. Amerika'da günde iki işte on altı saat çalıştığı zaman dilimi, onlar için hiç kolay geçmemişti aslında.
"Ay ne bileyim Serhat nerede? Dün gece madem içecektik, koysaydın kenara." Elindeki havluyla saçlarını kurutan kız yatak odasına girdi söylenerek. Serhat'ın çocuksu yanını, belki de en çok böyle davranışlar hırpalıyor, yardım istemekten korkmasını sağlıyordu.
"Bir kere de sen düşünsen?" diye kırgınlığını ciddiyetinin ardına saklayarak konuştu Serhat. Sevdiği insanlara hep böyle yapardı.
"Kazık kadar adamsın Serhat. Ben mi düşüneyim cidden?"
Serhat bu siteme tepkisiz kalıp, gözlüğünü aramaya devam etmişti. Nihayet bulduğunda derin bir iç çekip kendisi dışında kimsenin duyamayacağı bir ses ile söylendi;
"Boşver, buldum zaten." En küçük çocuk olmasına rağmen, ailesindeki hiçkimse onu en küçük olarak görmemişlerdi. Sürekli olgun davranmaya çalışması, ciddiyetinin katılığı da bu yüzdendi belki de. O hiç tam anlamıyla 'yavru' olamamıştı kendi içinde. Üzerine titrenmemiş, değerli olduğu hilettirilmemiş, tebrik edilmemişti. Bu yüzden de böylesine tatminsiz ve hata kabul etmez bir Serhat olmuştu.