Günün konsepti açıklanmadan, minik bir kaosla açılmıştı yarışma.
Karşı takımın, Duygu'nun kulis konuşmalarının şeflerin önüne taşınmasını tasvip etmeseler de başta ikisi de konuya dahil olmak istememişlerdi.
Son iki üç gündür sürekli takım oyunlarında yan yana duran bu ikilinin kendi aralarında konuşmaları ve yakınlaşmaları ekrana yansımıştı.
"Sana bile mikserlik iş çıkmıyor, öyle düşün." dedi Serhat kısık olduğunu düşündüğü sesiyle. Barbaros bu "mikser" metaforuyla gülerken 'iki arkadaş' rolünün sırıtmadığına kendini inandırmış, her anla mutluluğuna mutluluk katmaya başlamıştı. Karşı tezgahtan gelen seslerle bakışlarını ve odaklarını tekrar ortadaki tartışmaya verdiler.
Sonrasında bu duruma ilk sesini çıkaran Barbaros olmuştu.
Ortadaki absürt durum, Duygu'ya atılan sabotaj yaftası ve geri kalan teditvari konuşmalar ikisi için de moral bozucu olaylardı.
Ne Barbaros ne de Serhat karşı takımın içindeki bir sabotaj sayesinde kazanmak isterlerdi. Onlar için göze göz, dişe diş çarpışmadıkları sürece hiçbir anlamı yoktu yarışmanın.
Barbaros'un yaptığı girişi Eray bozsa da konu hızlı toparlandı.
"Sen şimdi böyle konuştun ya, oynayağı yoksa bile oynayacak şimdi kız." dedi Emir bıkkın sesiyle.
Barbaros histerik kahkahasının ardından konuşmaya girdi "Biz de oynasın istiyoruz zaten abi."
Duygu'nun açıklamaları arada kaynayıp gidiyordu, konu ondan geçmiş Eray ve Barbaros'un diş göstermesine evrilmişti. Serhat ise bu konuda oldukça sessiz kalmış, yanındaki adamı izlemekle yetinmişti. Zaten onun diyeceklerinin hemen hemen aynısı birazdan kıvırcığın dudaklarından dökülecekti.
Eray pota korkusu ile ilgili konuşmasını nihayet bitirdiğinde tekrar Barbaros sözü aldı, konuşmanın uzamasını kesinlikle istemiyordu; sosyal anksiyetenin getirdiği bu kalp çarpıntıları onu fazlasıyla yoruyor ama susup oturmayı da kendine yediremiyordu.
"Tamam, tamam..." diyerek el hareketleriyle geçiştirdi karşı tezgahtaki çocuğu. Sesinin titremesinin yanlış anlaşılmasından korkuyordu.
Eray ve Celal'in kavgası da uzadıkça uzuyor, konuşmalar anlamsızlaşıyordu iki adamın nezninde de.
Konuşmanın sonunda Duygu'ya da nihayet içindekileri söyleyip, konuşmadan çekilmenin rahatlığıyla derin bir nefes almıştı.
Topluluk konuşmaları onu hep çok gererdi ama işte, içindeki adalet terazisinin gıcırtılarını da susturamazdı bir türlü.
"Kaybedecekseniz de yanınızdaki insanlar yüzünden değil, yaptığınız yemeğin kötülüğünden kaybedin." demişti sonunda.
Konuşması bittiğinde bakışlarını yanındaki bıkkınlıkla kollarını tezgaha yaslamış adama çevirmiş, uzun sürmeyen süzmesinden sonra kendini tekrar yemeklere vermişti.
Buraya tartışmak için gelmemişlerdi, ekran önünde olmak ikisinin de pek umrunda değildi. Birileri iki tane daha reyting alsın diye kendi kendilerine kavga çıkaramaz, bir şeyleri papağan gibi tekrarlayamazlardı.
İstekleri asla bir televizyon karakteri olmak değil, haklarıyla bir yere gelmekti.
Tartışmalar bitip sonunda menü açıklandığında gözlüklü, aynı ciddiyeti ile elleri cebinde bir ileri bir geri gidip kafasında bir menü düşünürken kıvırcık yumruğunu tezgaha bastırıyor, yanındaki bedene olabildiğince yakın durmaya çalışıyordu.