Barbaros'un kafasında dolanan tilkilerin kuyrukları karışmaya başlamıştı. Birbirlerinden bambaşka yönlere koşan bu tilkilerin çektiği acıyı yalnız Barbaros anlayabilirdi. Düşünceleri susmuyordu bir türlü; "Gidecek miydi? Hırsı, mükemmeliyetçiliği bu kadar fazla mıydı? Ya hep, ya hiç olmak mı zorundaydı?"Büyük bir savaş vardı zihninde. Çarpışmalardan sağ kalan yoktu. Savaş alanına dönen ruhu da yıpranmakla kalıyordu. Büyük ekside olduğunu hissetti Barbaros, kazansa da kaybedeceğini hissetti. Bunca çarpışmayı arka plana çeken şey ise Özgül'ün sesi oldu.
"Ohoo! Paşamıza bakın, ülkeyi terk edermiş. Hah!" diyip güldü. Serhat'ın gözlüklerinin ardındaki bakışlar ise gayet ciddiydi. "Özgül Abla cidden, ya birinci olurum ya da bir hiç. Dünya ikincileri konuşmadı, hiçbir zaman da konuşmayacak." Barbaros ortamı yumuşatmak için bir şaka yapmayı denedi;
"En uzun konuşulan ikinci sen olursun Serat'ım." Serhat bu cümleyle kıkırdarken, gözleri yine Barbaros'u buldu. Rahatsızlık hissi tüm bedenine yayıldığında Özgül'e çevirdi kafasını tekrardan.
-------Odaya kendilerini attıklarında saat ona geliyordu. Serhat gün içinde yaşanan konuşmayı çoktan unutsa da Barbaros odağını o andan itibaren kaybetmişti, kafasındaki çarpışmalar sonuç vermiyordu geçen zamana rağmen.
"Hayırdır, yenge ile bi problem mi oldu?"
Kendi repliğini Serhat'tan duymak garip gelse de ona bunu fark ettirmek istememişti. Bir dakika, yenge mi demişti o?
"Yenge?" diye sordu Barbaros. "Serhat dün geceden sonra ne yengesi Allah aşkına?" Gözlerini yataktaki kitaptan çekmeden söylemişti bunları. Sesi ne kadar kendinden emin çıkmış olsa da aklında dün gecenin yaşanmamış olma ihtimaline karşı bir şüphe oluşmuştu.
"Dün gece?" dedi Serhat. Çekingenliğini ve stresini uğraşsa bu kadar belli edemezdi. Barbaros kafasındaki sorulara rağmen bu defansiflikten faydalanmak istedi. Karşısındaki adamı böylesine çekingen görmek kolay kolay nasip olmazdı. Ayağa kalkıp, yavaş adımlarla gözlüklü adama ilerledi. İki adımlık odalarında çok da uzun sürmemişti yanına varması.
"Abi şu an sarhoştum hatırlamıyorum dersen uçarım sana buradan." fısıldamıyordu ama o ikisi dışında kimse duyamazdı bu cümleyi. Sesindeki stres yerini meraka bırakırken, elini kendinden kısa olan adamın boynuna bir ipeği okşarcasına sürterek çenesine getirdi.
"Ben çok net hatırlıyorum." Gözlüklü gözlerini kapatmış, karşısındaki adamın nefesi yüzüne çarparken kalp atışlarının hızlanmasına mani olamamıştı.
Kıvırcık yüzlerini daha da yakınlaştırdı, karşısında duran bedenden yayılan duygular öylesine dağınıktı ki bir anlık da olsa kendisi dahi afallamıştı. Nefesleri birbirlerine karışırken devam etti;
"Nasıl unutabilirim ki kokunu, dudaklarını? Ha Serat?"
"Unutmadın." diyebildi Serhat fısıldarcasına. "Unutmadım."
Bu sefer dudaklarını temas ettiren kıvırcık oldu. Dün geceki olanlar, şimdiki halleri... Yeterince cesaret vermişti ona. İkisi de öpmek için bir hareket yapmıyor, tenlerinin bu denli yakınlığını iliklerine işlemek istiyorlardı. Sessizliği Barbaros bozdu;
"Demek ikinci de olsan, kaçar gidersin?" Kıvırcığın konuşurken hareket eden dudakları gözlüklünün dudaklarını hafifçe okşarken, nefesi aralarındaki minik habitatın oksijeni gibiydi adeta. Burada saatlerce, günlerce, senelerce durabilirlerdi.
"Giderim." dedi Serhat. "Ya birinci olurum, ya hiç Barbaros."
"İstesen de hiç olamazsın. Kaderinde yok bu." Terlemeye başlamıştı ikisi de.