Drew'un maması bittiği için markete gidiyorum.
Luke en son uyuyordu.
Üzerimde pijamalarım var.
Sabah erken bir saat olduğu için rahat hissediyorum.
Marketin içi sessiz.
Drew'un sevdiği mamayı ve Luke'un sevdiği çikolatalardan alıyorum.
Kasiyer kız bana gülümsüyor.
"Günaydın Kat," diyor canlı bir ses tonu ile.
"Günaydın."
Bana bir şeyler anlatıyor ama dinlemiyorum.
Aldığım şeyleri getirdiğim bez torbaya koyuyorum.
Aklıma gelince sigara da alıyorum.
Parayı ona uzatıyorum.
Para üstünü verirken birbirimize gülümsüyoruz.
Yere bakarak dışarı çıkıyorum.
Marketin kapısı kapandığında başımı kaldırıyorum.
O tam karşımda.
Torbayı daha sıkı tutuyorum.
İçimde yoğun bir öfke var.
Eve yöneliyorum.
"Kathleen bekle!"
Kolumu tutuyor.
"Bırak beni," diyorum kolumu geri çekerken.
"Konuşmamız lazım, lütfen."
Hızla yürümeye devam ediyorum.
Peşimden geliyor.
Gözlerim doluyor.
"Lütfen beni dinle kızım, yalvarırım."
"Beni yalnız bırak!"
Ona dönüyorum.
Ne kadar çaresiz olduğuna bakıyorum.
Ona acıyorum.
Ona acıdığımdan daha çok anneme ve kendime acıyorum.
Annemin ölümüne sebep olması beni kahrediyor.
Tüm hayatımı sikip atacak kadar bencil olması beni sinirlendiriyor.
Onu dinlemek istemiyorum ama ne diyeceğini çok merak ediyorum.
Bu yüzden duruyorum.
Yüzüne bakmamaya çalışıyorum.
"Özür dilerim," diyor gözleri yaşlarla doluyken.
Bekliyor.
Hiçbir şey söylemeden öylece duruyor.
Sonrasında bana sarılıyor.
Kendimi öyle kötü hissediyorum ki hiçbir kelime anlatmaya yetmez.
Ağlamak istiyorum ama alt dudağımı ısırıp kendime gelmeye çalışıyorum.
Babamın tanıdık bu kokusu beni alıp geçmişe götürüyor.
Bir aile olduğumuz zamanlara.
Geri çekiliyor.
Kızarmış gözlerini elinin tersiyle siliyor.
"Buradan gideceğiz, en iyisi bu."
Başımla onaylıyorum.
Boğazım düğümleniyor.
Hala alt dudağımı ısırırken yutkunmaya çalışıyorum.
Uzanıp elimi tutuyor.
Başımı iyice öne eğip ağlamaya başlamamı engellemeye çalışıyorum.
Avucumun içine ılık bir şeyler değiyor.
Kalp şeklinde bir kolye.
Bu kolyeyi biliyorum.
İçinde annem ve benim fotoğrafım var.
Babam eskiden bunu takardı.
O gün kolye boynunda değildi.
"Her şey bu kolyeyi çıkardığım gün bitti, umarım yine bu kolye ile güzel şeyler başlar senin için," diyor geri çekilirken.
Kendimi tutamıyorum.
Ağlamaya başladığımda gözlerimi hızla siliyorum.
Bulanık olsa da ona bakıyorum.
Zavallı babam, keşke daha zeki bir adam olabilseydi.
Ondan ölesiye nefret etsem de içimde onu hala seven bir parçam var.
O parça ise muhtemelen çocuk kalan kısmım.
Çocukluğum kontrolü eline alıyor.
Babama sarılıyorum.
Onu asla affetmeyeceğim, ikimiz de bunu biliyoruz.
Sadece iyi bir vedalaşma olmasını istiyoruz.
Giderken arkasını dönüp son kez bana bakıyor.
Çocukken ona veda ederken yaptığım şeyi yapıyorum.
Sol elimi kalbimin üstüne koyup sağ elimi sallıyorum.
Gülümsüyor.
Arkasını dönüp giderken dizlerimin bağı çözülüyor.
Sertçe yere düştüğümde hıçkırarak ağlamaya başlıyorum.
Kolyenin bulunduğu elimi sıkıca yumruk yapıp göğsüme bastırıyorum.
Orada ne kadar öylece kaldığımı bilmiyorum.
"Kat?"
Adımı duyuyorum.
"Aman Tanrım, iyi misin?!"
Ezekiel yere çöküp beni ayağa kaldırıyor.
Toparlanmaya çalışıyorum.
Yakınlardaki bir banka beni oturtuyor.
Telefonunu çıkarıp birini arıyor.
Luke olduğunu biliyorum.
Konuşmayı dinleyemeyecek kadar yorgun hissediyorum.
Öyle sert düşmüşüm ki eşofmanımın dizleri yırtılmış.
Kurumuş kan lekeleri her yerde.
"Burada ne arıyorsun?"
Sesim öyle kötü ki iğreniyorum.
"Arkadaşlarımdan biri seni gördüğünü söyleyip beni aradı, Luke telefonunu açmamış."
Önümde yere çöküyor.
Saçlarımı düzeltiyor.
Gülümsemeye çalışıyorum.
"Teşekkür ederim," diyorum ona sarılmadan önce.
Yanıma oturuyor.
Neler olduğunu konuşuyoruz.
Sonrasında Luke geliyor.
O kadar hızlı koşuyor ki düşeceğinden korkuyorum.
"Kat!"
Nefes nefese beni tutup kendine çekiyor ve sarılıyor.
Burnumu omzuna dayayıp ona daha sıkı sarılıyorum.
"Seni seviyorum," diye fısıldıyorum kulağına.
Tüm sorunlar yok olup gidiyor.
YOU ARE READING
awareness # luke robert hemmings
Fanfictüm silüetler arasında onu çok canlı görüyorum