1 - Ankara'da

2K 239 146
                                    

hemen geldim aslında ne yazacağımı hiç bilemiyordum ben de şaşırdım kendime :))) ama onları çok özlemişim bunu anladım. yavaş yavaş bir kurgu oturturken daha keyifli bölümler yazarım inşallah. şimdi alışma sürecindeyim. bir iki bölüm idare edin.

bol yorum yapın da gaza geleyim :)))

keyifli okumalar

hepinizi seviyorum kınalı kuzularım <3 

***


Aylardan kasımdı. Başım önümde yürüyordum. Yerler ıslaktı. Kayıp düşmekten korkuyordum. Çünkü eğer düşersem üstüm ıslanacaktı ve benim eve geri dönmem gerekecekti. Ve dersi de kaçıracaktım. Bunun olmasını kim isterdi ki? Sabahtan beri aralıksız bir şekilde yağan yağmur Ankara'nın insanın içini kurutan havasına biraz ferahlık vermişti. Kurtuluş Parkı'ndaki ağaçlardan yağmurun nemli kokusunu içime çekerek yürüyordum. Bir anda omzuma çarpan ve beni durduran kuvvetle beraber geriye doğru savruldum.

"Pardon hanımefendi, yanlışlıkla oldu."

Başımı kaldırıp karşımdaki adamın yüzüne baktım. Kendimi, içimde pusuda bekleyen ve her fırsatta beni ele geçirmeye çalışan öfkenin ellerine bıraktım.

"Önemli değil." Duraksadım ve dudaklarımı gerdim. "Öküz!"

Bu kelime ağzımdan tükürür gibi çıkmıştı.

Adam bana doğru bir adım attı. Gözlerinde şaşkınlığa karışan o öfkenin kıvılcımlarını görebiliyordum.

"Ne diyorsun sen?"

Bir elini kaldırmış bana gözdağı vermeye çalışıyordu.

"Pardon, yanlışlıkla oldu."

Yüzüme o gergin deli gülümsemesini takınmıştım. Adam bana kısa bir süre baktı ve gözlerimdeki delilikten korkmuş gibi ürktü.

"Manyak mıdır nedir?" diye söylenerek uzaklaşmaya başladı.

Bu şehir beni değiştirmişti. Daha öfkeli ve daha saldırgan hissediyordum kendimi. Önüme her çıkanla kavga etmek istiyordum. Ayağıma takılan taşa bile öfke duyuyordum. Her gün kaybolmaktan ve bu şehrin kuru havasında her sabah boğazım susuz kalmış bir ağaç dalı gibi olmuş şekilde uyanmaktan nefret ediyordum.

Aslında Ankara'nın bir suçu yoktu. Nereden bilecekti bana gurbet olacağını? Ama yine de kendime bir suçlu arıyordum. Ve tüm öfkem bu şehre yayılıyordu. Dağına, taşına, kuru havasına, verimsiz toprağına, kış ayazı kadar soğuk insanlarına!

Derin bir nefes alıp Kurtuluş Parkının patikayı andıran ağaçlı yollarında yürümeye devam ettim. Bana çarpan adam hızla yanımdan uzaklaşmıştı. Keşke kavga etseydi diye geçiriyordum içimden. Onunla kavga edip enerjimi boşaltabilirdim belki. Ama bir türlü üzerimden atamadığım o enerji içimde fokur fokur kaynıyordu hala. Adımlarımı hızlandırdım ve yağmur birikintileri yüzünden üzerime sıçrayan sulara aldırmadan yoluma devam ettim. Okulun kapısına geldiğimde paçalarım çamur olmuştu.

Çantamdan hırsla çıkardığım poşetten kıl yumağını bulup kafama geçirdim. Artık eskisi gibi çekinerek takmıyordum peruğu. İlk zamanlar insanlar görmesin diye nöbetçi kulübesinin köşesine siner gizlice takardım peruğumu. Şimdi herkesin içinde donunu giyen insan rahatlığı ile kafama geçirip bir de dudaklarımı birbirine bastırarak güvenlikteki görevliye sırıtıyordum.

Deliriyor muydum? Hayır aslında artık akıllı gibi davranmaktan yorulmuş ve içimdeki deli kadının ipini salıvermiştim. Buna delirmek denmezdi. Potansiyel deliliğinin farkına varmak ve bundan keyif almak denebilirdi belki.

Yağmur şehre karışırken - Ara Verildi -Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin