2 - Sabah Şekeri

1.4K 211 122
                                    


Telefonumun alarm sesine uyandığımda yatakta tek başıma olduğumu fark ettim. Sıkıntılı bir nefes verip söylenmeye başladım. Ayaklarımı yerden sürüyerek lavaboya doğru ilerlerken Hamza'nın gece eve gelmemesini gerektirecek olan işine en güzel ve samimi duygularımı ifade etmeye çalışıyordum. İçimdeki ateş hiç hafiflemeden abdestimi alıp lavabodan çıktım.

Ne ara salonun ışığını açmıştım acaba?

"Akıl mı bıraktı bu adam bende?" diye söylenerek sertçe kapıyı açtım. Salonun ışığını kapatmayı düşünürken birden kanepede Kuran okuyan kınalımı görünce olduğum yerde kaldım.

Bir anlık şaşkınlıktan sonra kendime gelip elimi belime koydum. Tam da kavga havasındaydım.

"Sen ne zaman geldin? Ne zaman uyudun? Ne zaman namaza kalktın?"

"Gece geç geldim. Seni rahatsız etmek istemedim. Sabah da erken kalktım."

"Yaslı gittim şen geldim aç koynunu ben geldim diyorsun yani."

Hamza ne dediğimi anlamamış gibi boş bakan gözlerle bana baktı. İşin aslı ben de ne demek istediğimi bilmiyordum. Gözlerimi devirdim. Alarmımın saatini daha erkene almam gerektiğini aklıma not ettim. Muhtemelen yine unutacaktım. Ama olsun.

"Beni neden uyandırmadın?" Hamza cevap vermek için ağzını açtığında aniden devam ettim. "Sakın bana çok güzel uyuyordun uyandırmaya kıyamadım deme."

Hamza kaşlarını çattı.

"Öyle bir şey söylemeyecektim." Birkaç saniye durdu. Belki de mantıklı bir açıklaması yoktu. "Erken kalktım. Seni de erkeden uyandırmak istemedim." Omuzlarını silkti. Gözlerim hemen geniş omuzlarına kaydı. Resmen beni tahrik ediyordu.

"Neyse," dedim ve yutkundum. "Ben namazımı kılayım."

Ben namazımı kılıp salona dönene kadar gün hafifçe aydınlanmaya ve siyah eteğini bacaklarından sıyıran bir kadın gibi açık ve parlak tenini hafifçe sergilemeye başlamıştı.

Hamza televizyonu açmıştı. Haberler bile başlamadığı için çizgi film izlemekle yetiniyordu. Ara ara çizgi filmde gördüğü sahnelere gülüyordu.

"Yatmayacak mısın?"

"Artık gün doğmak üzere. Uyuyamam sanırım."

Aslında ben çok güzel uyurdum ama yumuşacık ve davetkar yatağıma geri dönmek yerine salondaki kanepeye geçip kınalımın sıcacık kucağına bir kedi gibi sokuldum. Başımı dizlerine koydum. Ve kınalım da sıcacık teni ve yumuşacık parmakları ile saçlarımla oynamaya başladı. Bedeninin sıcaklığı sabahın sert ve keskin soğuğuna inat ruhuma kadar ısıtıyordu. Kalbim ısınmıştı. Ve saçlarımdan vücuduma tatlı, mayhoş bir his yayılıyordu. Bu hissi seviyordum. Bu hissin sebebini seviyordum. Bana bu güzel duyguyu yaşatan adamı tepeden tırnağa, kirpiklerinden saç diplerine kadar seviyordum.

"Neden bu kadar geç geldiğini anlatmayı düşünmüyorsun değil mi?"

Sessizlik. Sorumu muhatap bile almamış gibiydi. Her zamanki gibi! Sorumu geçiştirecek uygun bir cümle arıyordu.

"Bilmeni gerektirecek bir şey olduğunu sanmıyorum. Bazen bilmemek daha hayırlıdır."

Evet, Hamzaca konuşmaya başlamıştı yine.

"Belki bilmek istiyorumdur."

"Belki bilmemen gerekiyordur."

"Biliyor musun?" dedim melankolik ve yarı uyuşuk bir sesle. Saçlarımla oynaması aklımı kamaştırıyordu. "Doğu'ya göreve gittiğinde en azından nereye gittiğini biliyordum."

Yağmur şehre karışırken - Ara Verildi -Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin