Giriş
1998-Kocaeli
ŞubatO gün, fırtınalı yoğun kar yağışı bekleniyordu. İzmit'in tepelerinde biriken karlar evin küçük penceresinden az çok seçiliyordu. Akşam beşti, yer yer hava kararmış, güneş alacalı turuncusuyla semada iz bırakmıştı. Süreyya, evin mutfağında bir o yana bir bu yana gidiyor, üşümemek için kollarını ovuştururken ara ara ocakta pişen taze fasulyeyi kontrol ediyordu. Evin içi buz gibiydi, pencere kenarlarından sinsice sızan soğuk içlerini titretiyordu sanki. Süreyya'nın içi hiç rahat etmedi, dar mutfaktan çıkıp geniş hole geçti. Geniş hol dış kapıya açılan büyükçe bir alandı, küçük odayı Turgut'a oda yaptıklarından burayı salona çevirmişlerdi. Salonun içerisinde yalnızca bir soba, bir kanepe bir de iki karışlık ekranıyla ufak bir televizyon vardı.
Kadın, çıtır çıtır sesler çıkartan koyu kestane sobanın yanına vardı. Sobanın üzerinde dört demir çubuğa asılı kıyafetlerden birine, krem rengi süvetere doğru uzandı, eliyle şöyle bir yokladı, süveter sobadan yükselen sıcaklıkla çoktan kurumuştu.
Televizyon izlerken emziğini kemiren oğluna baktı, çocuk ağzının içinde bir şeyler mırıldanıp duruyordu. Daha iki yaşını yeni doldurmuştu. "Turgut, oğlum!" diye seslendi kadın, kanepede oturan oğlunun hemen yanına ilişiverdi. Çocuk dönüp annesine baktı, kahve gözleri kocaman kocamandı. Aynı babasına benziyordu.
"Kaldır kollarını da giydireyim şunu." Turgut, annesinin dediklerini anlamışsada inat ederek kollarını kaldırmadı, aldırmaz bir bakışla kafasını televizyona geri çevirdi. Süreyya onun bu haline karşın iç çekip elinde süveteri tuttuğu gibi oğlanın kafasından geçiriverdi. Bir süre Turgut annesinden kaçmaya çalışıp debelensede başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Çocuk huysuzlukla emziği ağzına geri soktu, odaya yayılan ıslak, garip bir sesle emziği emmeye devam etti.
Çocuğu üşütüp hasta olacak diye aklı çıkıyordu Süreyya'nın çünkü daha ilk çocuğu, ilk göz ağrısıydı Turgut. Onun sağlıklı, mutlu, sevgi dolu yetişmesi için elinden ne geliyorsa yapmaya çalışıyordu. Tek sıkıntıları parasızlıktı. Allah'a çok şükür aç açıkta değillerdi fakat Turgut'un istediği oyuncakları, istediği nevaleleri alacak paraları henüz yoktu. Süreyya'nın eşi İlyas henüz üniversite öğrencisiydi; Kocaeli Üniversitesi'nin Hukuk bölümünde son yılını okuyor, okuldan arta kalan zamanlarda ise bir toptancının yanında çalışıyordu. Yine de üç kişilik bir aile için kazançları oldukça azdı. Süreyya kocasına maddi yönden destek olabilmek için Turgut'u da götürebileceği günübirlik işlerde çalışıyordu ama gün geçtikçe oğlu büyüyüp serpiliyor, el kapılarında zapt edilemeyecek kadar yaramazlaşıyordu. Bu sebeple iş bulmak, para kazanmak zorlaşıyordu.
Ama her zorluğa rağmen mutlu ve güzel bir çekirdek aileydi onlar. Süreyya ve İlyas çifti daha üç yıllık evliydiler, canım cicim yılları henüz bitmemişti. Bitecek gibi de değildi, birbirlerine aşıktılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNCE BUZUN ÜSTÜ
RomanceÇok sevdiği kocasının ölümüyle genç yaşında dul kalan Süreyya, üç yaşındaki oğlu Turgut ve karnındaki bebeği ile zor bir yaşama doğru sürüklenir. Yaşadığı mahalle baskısı, para kazanmanın zorluğu ve oğlu Turgut'un bir baba figürüne ihtiyacı olduğunu...