Batı Aloreya prensi küçük Minho sarayda dolaşırken çevresindeki çalışanlara ait fısıltılarını duyabiliyordu.
Çalışanların onu sevdiğini biliyordu. Akıllıydı, sevimliydi ve dahası o, tahtın tek varisiydi. 'Beni sevmemek gibi şansları yok' diye düşünüyordu.
Hızlıca dövüş eğitmeninin onu beklediğini bildiği yere koşarken yol üstünde gördüğü herkese selam vermeyi de kesinlikle unutmuyordu. Arkasından ona seslenen bakıcısını duyabiliyordu. Evet, pek uslu bir prens olduğu söylenemezdi. Ama o sadece 10 yaşındaydı ne olmasını bekliyorlardı ki?
Dışı taşlarla döşenmiş ve gri renklerin hakim olduğu bu sarayda kendi soyunun resimlerinin asılı olduğu duvarların koridorlarında zıplayarak ve yumuşak kahverengi saçlarını uçuşturarak dolaşmayı çok seviyordu. Kendisine eğlence olsun diye bazı duvarlarda hatta pastel ile yapılmış çizimler vardı. Eh prens olmanın getirilerinden biri buydu. Kimse sesini çıkartıp itiraz etmiyordu. Hem laf etseler bile Minho onlara sadece gizli zamanında kullandığı sevimli bakışını atardı.
Daha 1 hafta önce annesinin doğum günü için şenlik yapıldığından dolayı sarayın iç ve dış cephesinde çoğunlukla mor renk ağırlıklı kurdeleler vardı. Bu kurdeleler bile sarayın ağır gri dokusunu ve bazı yerlerinde tüm görkemiyle duran altın rengi ışıklandırmaların önüne geçemiyordu. Her ne kadar burası bir saray olsa bile diğer krallıklarla karşılaştırdıklarında saray da aynı soyu gibi mütevazi bir yapıya sahipti.
Bakıcısının nefes nefese kalmış sesini duyunca ona acıyarak yerinde durdu ve ona döndü. Bakıcısı Jiyeon, 32 yaşında, altın sarısı saçlara sahip, yumuşak yüzlü ve iyi kalpli bir kadındı. Minho'nun da bu sarayda en sevdiği insanlardan biriydi. Tabii ki iyi yemek yaptığını unutmadan olmaz. Hatta ona bazen yasak olduğu halde gizlice atıştırmalık yiyecek bile veriyordu.
Düşüncelerinden bakıcısının onunla tekrar konuşması üzerine kurtuldu. "Prens Min, tam olarak kıyafetinizi giymeden nereye gittiğinizi sanıyorsunuz?" dedi.
Minho ilk başta ne demeye çalıştığını anlamasa da daha sonra küçük kalçasına vuran serinlikle uzun süre sabit kalınca yere düşen pantolununu görmesiyle eksik olan şeyin ne olduğunu anladı. Kemerini unutmuştu.
Hem utançtan kızarmış olan yüzünü, hem de ortaya çıkmış olan kalçasını örtmeye çalışıyordu. Yaşanan anın verdiği etkiye daha fazla dayanamayarak bir hışımla ağlayarak Jiyeon'a sarıldı.
"JIYEON LUTFEN BANA BUNUN KİMSENİN GÖRMEDİĞİNİ SÖYLE. HAYATIM BOYUNCA BENİMLE DALGA GEÇECEKLER."
Haykırarak ağlamaya devam ediyordu. Biraz da dramatik bir prensti. Koridordaki herkes işlerinden dolayı prens onlara selam verir vermez zaten oradan ayrılmışlardı ama Minho bunu göremeyecek kadar utanmakla meşguldü.
Jiyeon nazikçe kafasını okşayıp sakinleştirmeye ve aynı zamanda küçük prensin üzerini düzeltmeye çalışırken konuştu, "Ama Prens Min, kafanızı kaldırıp bakarsanız burada ikimizden başka kimse yok" dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cursed || Minsung
Fanfiction[Prens Minho daha 10 yaşındayken lanetlenmiş, 19 yaşında ait olduğu krallıktan kaçırılmıştı] *finali yaziyom 2024ten guncelleme