5

514 80 21
                                        


beşinci bölüm: içimde bir boşluk var

san evine vardıktan sonra ailesine selam vermeden odasına çıktı. ağlamak istiyordu. korkuyordu. saklanmak istiyordu. yine olmaya başlamıştı işte. bir yıl önce olanlar yine olmaya başlamıştı. yatağının yanındaki komidinin önünde oturup kafasını dizlerine gömdü. titriyordu.

bir yıl önce san, yılın tam da bu zamanlarında bir gün hastanede açmıştı gözlerini. kötü bir kafa travması geçirmişti ve birkaç hafta boyunca hastanede kalmıştı. işin en kötü tarafı ise neredeyse son bir buçuk yıldan hiçbir şey hatırlamadığıydı. üniversitede bu yüzden çok zorluk çekmiş ve çok zor toparlamıştı dersleri. uyandığında ailesi başındaydı. arkadaşları, birkaç akrabası da oradaydı fakat san, kendini yalnız hissediyordu. yanında olmasına en çok ihtiyaç duyduğu insan yoktu ve san o kişinin kim olduğunu bile bilmiyordu. kimi aradığını bilmiyordu kalabalığın içinde. ne tarafa bakması gerektiğini bilmiyordu. bu yüzdendir ki ağlıyordu san. annesi canı acıyor zannediyordu, doktorlara ağrı kesicinin dozunu arttırması için baskı yaptığı bile oluyordu. hastaneden taburcu olduktan sonra da devam etti san'ın bu halleri. dalıp dalıp gidiyor, sürekli ağlıyordu. en çok annesi üzülüyordu onun bu haline. neyin var oğlum, neden ağlıyorsun diye sorduğunda ise omuz silkiyordu san. bilmiyorum diyordu. bir keresinde annesi söylemesi için çok ısrar etmişti. san da dayanamayıp söylemişti içindekileri. ağlayasım geliyor içimde bir boşluk var sanki demişti annesine. annesi san'a derin derin bakmış daha sonra da ona sarılmıştı.

birkaç ay sonra san kendini daha iyi hissetmeye başlamıştı. içindeki boşluğu görmezden gelmeye çalışıyordu. arkadaşlarıyla daha çok zaman geçirmeye ve daha az düşünmeye başladı. sabah uyanıyor yemek yiyor okula gidiyor arkadaşlarıyla hoşbeş birkaç saat geçirdikten sonra kafasını yastığa koyduğu gibi uyuyordu. wooyoung'u görene kadar bu düzeni böyle devam etmişti, wooyoung'u gördükten sonra ise hissettiği boşluk kendini yine belli etmiş ve hiç olmadığı kadar canını acıtmaya başlamıştı.

üstüne bugün yaptığı şey de tuzu biberi olmuştu ruh haline. gerçekten yeosang'ın o kurabiyeleri sevdiğini nasıl düşünmüştü? nereden çıkarmıştı bu saçma sapan şeyi? kafayı yiyecekti san. hatta belki de gerçekten kafayı yiyorum diye düşündü. korkuyordu, omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başladı.

tam da o sırada oldu olanlar. bir ışık huzmesi tüm görüş alanını kapladı. kulakları sabahkinden daha şiddetli bir biçimde çınlamaya başladı. kafasındaki acıyla oturduğu yerde yana doğru yığıldı. gözünün önüne bir sürü görüntü gelip gidiyor bir sürü ses duyuyordu. canının acıdığı belli olurcasına inlerken bir eliyle yatağının örtüsünü bulup sıktı. kalbi hızlı hızlı atarken ayağa kalktı. birkaç dengesiz adımdan sonra sendeleyerek yeniden yere yığıldı. görüntü silsilesi devam ederken kafasına saplanan ikinci acıyla çığlık attı san. daha sonra ise her şey kesildi. görüntüler, sesler, çınlamalar. her şey son buldu. san nefes nefese kalırken odasının kapısı hızla açıldı. annesi ve arkasındaki yardımcı san'ın çığlığını duyarak buraya gelmişlerdi. choi minhee nefes nefese kalmış yerdeki oğluna görünce yere eğildi hızlıca. oğlunun yüzünü elleriyle tutup panikle bağırdı.

"san! neyin var!? ne oldu!?"

san dolu gözleriyle annesine baktı. ardından annesinin ellerini yüzünden hızla itti.

"dokunma bana!"

minhee şok içerisinde geri çekilirken san titreyen bacaklarına rağmen ayağa kalkıp kızgın ve dolu gözleriyle annesine baktı.

"yalancı... sen... hayır siz... hepiniz birer yalancısınız."

"oğlum... ne diyorsun sen? neden böyle yapıyorsun?" diye sordu minhee ağlayarak.

san histerik bir kahkaha attı.

"ne mi diyorum... ne mi diyorum!? hastanede bana ne dediğini hatırlıyor musun? merdivenden düştün san. merdiven..."

san tekrar güldü gözlerinden akan yaşlara rağmen.

"neden yaptınız bunu? neden bana yalan söylediniz?"

annesi ağlayarak san'a bakıyordu. hâlâ oturduğu yerden kalkamamıştı. dudakları titriyor, ağzını açıp hiçbir şey diyemiyordu oğluna karşı.

"neden bir allah'ın kulu da onu bana hatırlatmadı? neden herkes sanki o hiç olmamış gibi davrandı?"

san birkaç adım atıp yatağının önündeki büyük gardıropu açtı. elini dolabının hiç kullanmadığı üst rafına atıp eliyle en diplerini yokladı. yıllar önce bir sinirle kaldırıp buraya koyduğu, her şeyle beraber varlığını da unuttuğu silindir lacivert kutuyu dolabının üstünden çekip aldı bir çırpıda. kapağını açıp yere döktü kutunun içindekileri. yere dökülen onlarca fotoğrafa bakıp dizlerinin üstüne çöktü ağlayarak. eliyle fotoğraflara dokunup annesine gösterdi. bir hıçkırık koptu minhee'nin ağzından.

"nasıl izin verdin onu unutmama..? ben.. ben kendimi..."

san derin bir nefes aldı.

"o kadar boş hissettim ki." dedi en sonunda cümlesini tamamlayarak. minhee'nin ağlaması şiddetlenirken ellerini oğlunun omuzlarına koydu.

san annesinin ellerini omuzlarından yavaşça çekti. ardından tek bir kelime bile etmeden dışarıya çıktı. minhee ise binbir zorlukla ayağa kalkıp oğlunun arkasından baktı ağlayarak.

o gün doktorun imkansız dediği şey olmuştu. choi san her şeyi hatırlamıştı.

slmlar... hızlı ilerliyoruz because its a mini fic... aslında boyle yapmicaktim ben bunu daha yavas ilerlicektim hicbir seyi belli etmicektim en sonunda finalde olcakti her sey okuyucu sok olcakti falan filan... hayaller hayatlar iste arklar! bu fic bittikten sonra seongsang yazmayı dusunuyorum. seongsangda daha iyi bir is cikarticagima inaniyorum. beni bu hikayeyle biraz tanimis oldunuz eger daha sonra yazacagim seyleri okumak isterseniz takip etmeyi unutmayin!!!!




still with you - woosan Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin