10

437 70 21
                                    


onuncu bölüm: aşk ve gurur

bir ay geçmişti. allah'ın belası tam bir ay geçip gitmişti üzerlerinden. san'ın ailesi ülkeye geri dönmüş gençliğinin en güzel anlarını yaşayan oğullarını bıraktıklarının aksine bir enkaz hâlinde bulduklarında şaşkına dönmüşler fakat ne yaptılarsa da san'ın ağzından 'wooyoung ile ayrıldık' cümlesi haricinde hiçbir şey alamamışlardı. ilişkilerinde hiçbir sorun yoktu hâlbuki. aileler birbirini seviyor onaylıyordu. hatta san'ın ailesi oğullarının eski tekdüze hayatının wooyoung sayesinde ne kadar güzelleştiğini fark ettikleri için woo'yu çok severdi. wooyoung ve san ise her çiftin isteyeceği kadar iyi anlaşırdı. birkaç kez küçük kavgalar etseler de iki tarafın da alttan almasıyla barışırlardı her zaman. ayrılacak kadar ne yaşamış olabileceklerini bulamıyordu minhee choi. jung ailesiyle konuştuğunda onların da en az kendileri kadar habersiz olduklarını anlamıştı.

san'a gelirsek o bir ayda ruhunu teslim etmişti sanki. ayrılık acısı çekerken aynı zamanda ihanete uğramış olmanın gurur kırıcılığı ağlamak istemesine çoğu zaman da ağlamasına sebep oluyordu. bir ay boyunca odasından çıktığı zamanlar oldukça nadir olmakla beraber konuştuğu insan sayısı da azdı. bazen birkaç kelime ailesiyle bazen de birkaç dakika yeosang ile. yeosang abisiyle ayrıldığını duyduğunda aşırı şaşırmış ve neler döndüğünü anlatmasını istemişti fakat san, birilerine bu olaydan bahsederse gururu daha fazla kırılacakmış gibi hissediyordu.

ve görüldüğü üzere oldukça sancılı geçen bu bir ayın sonunda, san için dışarı çıkma zamanı nihayet gelmişti. hiç istemese de gelmişti çünkü bu gece yeosang'ın doğum günü partisi vardı ve gelmek istemediğini söylediğinde 'abimle ayrıldın, benimle değil.' diye bir cevap almıştı ondan. normalde yeosang bu parti işlerinden hep kaçınırdı ama nedense bu yıl bizzat kendisi düzenleyesi gelmişti. yeosang bir şey demese de san çok iyi biliyordu ki bu partiyi sadece o ve wooyoung'u bir araya getirmek için bahane olarak kullanıyordu.

san, el mâhkum istemeye istemeye hazırlandı. siyah gömleğini ve siyah pantolonunu giydi. boynuna ve parmaklarına taktığı birkaç gümüş haricinde tamamen siyaha bürünmüştü. elinde değildi, son zamanlarda kendisine sadece siyahı yakıştırıyordu. ailesine seslenip evden çıktı ve arabasına bindi. bahçe kapısından içeriye girerken umarım wooyoung ile karşılaşmam diye geçiriyordu içinden.

ışıklarla süslü bahçeye girdi ve elindeki küçük hediye paketini sıkarken gözleriyle yeosang'ı aradı. kolunu tutan birini hissettiğinde irkilerek arkasına döndü.

ona gülümseyerek bakan bir yeosang vardı karşısında.

ne düşünmüştüm ki? wooyoung olduğunu falan mı...

dedi içinden san. partiye girerken onu görmemek için dua eden çocuk şimdi kolunu tutan kişi o olmadığı için hayal kırıklığına uğramıştı. hâlâ bu denli salak şeyler düşündüğü için kendine kızıyordu.

yeosang, san'ı kendine çekip sarıldı. arkadaşının sırtını sıvazlarken onun ne kadar zayıfladığını ve ne kadar mutsuz göründüğünü düşünüyordu. sonunda ayrıldıklarında san elindeki paketi minik bir gülümsemeyle yeosang'a uzattı.

"doğum günün kutlu olsun." dedi kısık sesiyle.

yeosang gülümseyerek paketi aldı ve yeniden arkadaşına sarıldı.

"teşekkür ederim... geldiğin için de, hediye için de."

"tabii ki."

ikili ayrılıp birbirlerinin yüzüne baktı birkaç dakika. ikisi de konuşmuyordu. yeosang sonunda sesli bir nefes verip san'ı kolundan çekerek bahçenin köşesine götürdü ve direkt sordu.

"sizin aranızda ne oldu san?"

"yeosang..."

san'ın anlatmak istemediği belliydi fakat bu kez yeosang çizgiyi geçmek istiyordu. belki bu sefer bir şeyleri düzeltebilirdi.

"ne wooyoung ne sen. hiçbiriniz bana bir şey anlatmıyor, sadece susuyor. ve ben artık bir şeyler öğrenmek istiyorum. en yakın arkadaşın olarak bu kadarını bile hak etmiyor muyum san? şimdi anlat bana. neden ayrıldınız?" dedi kararlı sesiyle.

san, yeosang'ın pes etmeyeceğini anlayarak sıkıntılı bir nefes verdi ve cebinden telefonunu çıkarttı. hâlâ silemediği her gece en az bir kez bakmayı takıntı hâline getirdiği fotoğrafları gösterdi ona.

"beni aldattı." dedi soğuk bir sesle.

yeosang'ın gözleri gördüğü bu fotoğraflarla açılırken elini yavaşça ağzına götürdü.

"a-ama... ama bu dae!" dedi şaşkınlıkla.

yeosang'ın kızı tanıdığını gösteren ifadesi san'ı da şaşırtmıştı.

"tanıyor musun?"

"elbette tanıyorum. çok eskiden beri hem de. san... bu kız wooyoung'a çok uzun süreden beri takıntılı. peşinden amerikaya gittiğini bile biliyorum. wooyoung seni aldatmak gibi bir bok yiyecekse bile onu bu kızla yapmaz. emin ol. ondan nefret ediyor."

yeosang'ın emin sesi san'ın kafasını karıştırmış bir yandan da içinde bir şeylerin canlanmasına sebep olmuştu.

ama fotoğrafta çok mutlu gözüküyor demek istese de wooyoung'un dediklerini hatırladı.

"bana gelip artık beni aştığıeskisi gibi biraz sohbet etmek istediğini söyledi! içinden böyle bir canavarın çıkabileceğini bilmiyordum, bilseydim iki saniye bile orada oturmazdım. san... bana inanmak zorundasın..."

wooyoung'u son görüşü geldi aklına. ona veda etmeden önceki bakışları geldi gözünün önüne.

" peki. sil beni. ayrıl benden. ama yine söylüyorum: ben seni aldatmadım san. beni tanıdığını sanıyordum."

san'ın nefesi kesilirken aynı zamanda hem mutlu hem de pişman hissediyordu kendisini. can havliyle yeosang'ın koluna tutundu.

"benim wooyoung'u görmem lazım." dedi yalvaran bakışlarıyla.

yeosang başını salladı ve insanların arasında wooyoung'u aramaya başladılar. burada olmalıydı, katılacağına dair yeosang' a söz vermişti. daha doğrusu yeosang ona zorla söz verdirtmişti ve wooyoung, sözlerini tutardı.

san üzgün ve panikli gözleriyle etrafına bakınırken onu bulduğunda wooyoung'a ne diyeceğini tasarlıyordu bir yandan. onu bir aydan beri görmemişti. bir ay boyunca ona çok kızmıştı onun için çok ağlamıştı ama o zamanlar inkar etmek istese de hissettiği en ağır şey özlemdi. hızlı adımları bir oraya bir buraya giderken birden duraksadı.

hissediyordu. onun varlığını burada hissediyordu. yavaşca soluna doğru çevirdi kafasını.

işte oradaydı.

still with you - woosan Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin