on ikinci bölüm: bazı şeyler bitiyorkolundaki serumun damarlarına gitmesi için yavaş yavaş küçük tüpe damlamasını seyrediyordu wooyoung. uyanalı bir saat kadar oluyordu. o felaket kazadan sonra çevredekilerin yardımıyla hastaneye kaldıralı ise bir hafta olmuştu. gelen haberle jung ve choi ailesi büyük bir telaşla apar topar hastaneye gelmişler, iki çocuğun da durumunun ağır olduğunu öğrendiklerinde yıkılmışlardı. wooyoung ilk iki günü yoğun bakımda geçirmiş üçüncü gün ise hayati tehlikeyi atlatmış özel bir odaya alınmıştı fakat san... ne yazık ki onun hayati tehlikesi hâlâ sürüyordu.
kapı çaldığında hafifçe o tarafa baktı wooyoung. yeosang'ın gelmiş olmasını umuyordu. eğer o geldiyse onu san'ın yanına götürebilirdi birkaç dakikalığına.
kapı açıldığında içeri giren kişiyle öfkeden titremeye başladı. karşısında iki sevgiliyi bu hâle getiren asıl suçlu duruyordu.
kang dae...
wooyoung'un kaza geçirdiğini duyduktan sonra o da hastaneye gelmişti fakat ancak şimdi cesaret bulmuştu içeri girebilmek için. wooyoung öfkeli bir şekilde konuştu.
"ne işin var senin burada?"
"wooyoung-"
"bu hâlde olmamızın asıl sebebi sensin! yaptığını beğendin mi? az kalsın... az kalsın bizi öldürüyordun."
kang dae zekiydi. wooyoung'un dedikleriyle şaşırsa da neler döndüğünü hemen anladı. eğer wooyoung suçlunun kendisi olduğunu söylüyorsa o ikisinin kendisinin yaptığı şey yüzünden kavga ettiklerini, kazanın da bu kavga sırasında olduğu sonucuna vardı. san umrunda bile değildi ama wooyoung'un yüzündeki çizikleri görmeye bile dayanamıyordu. ağlamaya başladı.
"wooyoung ben böyle olmasını istemedim! ben... bir daha bir araya gelmezsiniz, onunla bir daha görüşmezsiniz sandım!"
"neden dae? neden hayatıma müdahele ediyorsun yıllardır? artık o kadar sıkıldım ki..." dedi wooyoung bıkkınlıkla.
dae'nin ağlaması şiddetlendi.
"wooyoung... ben sana çok aşığım..." dedi kısık sesiyle.
wooyoung'un gözyaşları yaşadığı sinir bozukluğuyla akmaya başladı. ona saplantılı olan birisi yüzünden, dolaylı olarak da kendisi yüzünden gencecik biri ölüm kalım savaşı veriyordu bu hastanede.
yutkunup konuştuğunda kinli ve korkutucu sesi dae'nin ürkmesine sebep oldu.
"ben seni hiç sevmedim dae. asla da sevmeyeceğim. bu saatten sonra san'dan başka kimseyi sevemem de. ben ona aşığım. anlıyor musun dae? ben. ona. çok. aşığım. ve eğer... eğer ona bir şey olursa buradan çıkar çıkmaz senin hayatını kendi ellerimle mahvederim. duydun mu beni?! mahvedeceğim bütün hayatını!"
sonlara doğru bağırdığında dae birkaç adım geriye doğru gitmiş wooyoung'un dediklerinin etkisiyle iyice aklını kaybetmeye başlamıştı. hayatını mahvetmesiyle alakalı dedikleri umrunda değildi, onun zaten bütün hayatı woo'dan ibaretti. asıl canını yakan vurgulaya vurgulaya san'a aşık olduğunu dile getirmesiydi. yavaşca başını ellerinin arasına alıp bir sağa bir sola yürümeye başladı. yürürken kendi kendine konuşuyor bir şeyler fısıldıyordu. wooyoung onun şu anki hâline anlam veremeyerek bakarken dae'nin akıl sağlığını kaybettiğini şimdi daha iyi anlamıştı. sonra bir anda durdu dae. başını sıkıştırdığı elleri vücudunun iki yanına düştü cansızca. yaşlı ve ürkütücü gözlerle wooyoung'a baktı.
genç kızın birden bire "olmaz!" diye çığlık atmasıyla irkildi wooyoung.
"olmaz..." dedi daha sonra yeniden, gözlerini wooyoung'un gözlerinden hâlâ ayırmazken.
bir adım attı wooyoung'a doğru.
"yapamazsın."
wooyoung dae'nin dediklerine anlam vermeye çalışsa da şok içindeki bakışlarıyla sessizce ona bakıyordu sadece. içinde kötü bir his vardı.
dae ise hâlâ yavaş adımlarıyla yatağa doğru ilerlemeye devam ediyor bunu yaparken de titrek sesiyle bir şeyler sayıklıyordu.
"onunla beraber olamazsın, onu sevemezsin. ona aşık olmazsın. madem beni sevmeyeceksin..."
wooyoung'un tam yanında durdu.
"öl o zaman." demesiyle wooyoung'un kaşları şaşkınlıkla yukarı kalktı ve ne olduğunu anlayamadan boğazına yapışan iki elle nefes alamadığını hissetti.
kang dae, yıllarca ona sapıklık yapan saplantılı aşığı şu anda onu öldürmeye çalışıyordu!
wooyoung içgüdüsel olarak güçsüz ellerini dae'nin ellerine götürürken bir yandan da 'belki de ölmeliyim. belki de yaptığım her şeyin cezasını çekmeyi kabul etmeliyim.' diye düşünüyordu. san'ın o hâlde olması ne kadar dae yüzünden olsa da eğer onun hayatına girmeseydi, eğer o kadar hız yapmasaydı... işte o zaman san birkaç kat yukarıda hayatta kalmak için mücadele vermek yerine dışarda bir yerde arkadaşlarıyla beraber güzel bir gün geçiriyor olabilirdi. wooyoung'un elleri yavaşça düşerken 'evet... cezasını çekmeliyim.' diye geçirdi içinden.
gözleri karardığında artık dae'nin çıldırmış gözlerini görmediği için mutluydu, çok mutluydu çünkü şu an zihni ona oyunlar oynamaya başlamış san'ın gülümseyen yüzü gözlerinin önüne gelmişti.
'sanırım ölüm melekleri hakikaten de sevdiğin kişinin kılığına giriyor.' diye düşündü.
bilincini kaybetmeye başlamışken duyduğu bağırışlarla üzerindeki ağırlık aniden kalktı ve ciğerleri yeniden oksijenle buluştu. nefes aldığını hisseden fakat hâlâ etrafını bulanık gören wooyoung neler olduğunu öğrenmek istese de şiddetli bir şekilde öksürdüğünden odaklanamadı. birkaç saniye sonra kafasını kaldırdığında yerde dae'yi tutmaya çalışan yeosang'ı, şok içinde ağlayarak o ikisine bakan annesini ve güvenlikle beraber içeriye giren babasını gördü.
daha fazla da dayanamadı zaten. kafası yastığa geri düştü. bayılmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
still with you - woosan
Fanfiction[tamamlandı] "bir şeyler var. kafamı kurcalayan ne olduğunu bilemediğim bir şey. durduk yere huzursuz hissediyorum bazen kendimi. bir yere gitmem birini görmem gerekiyormuş gibi hissediyorum. bir şeyler var biliyorum... ama çözemiyorum."