Sonsuzluğa Doğru

287 14 1
                                    

2 Yıl Önce

Her zamankinden de enerjik bir şekilde kahvaltı masasına oturdum. Masada kokusuna bile dayanamadığım yumurta olmasına rağmen ne bulduysam ağzıma atmaya başladım. Ne muhteşem bir gündü ama…

Yaz tatilimin tadını son zerresine kadar çıkarıyordum. İçi içne sığmayan ruhum yaz ayıyla bütünleşmişti adeta.hayatımın her anı mutlu geçmişti, geçiyordu da. Zorluk diye bir kavram hayat defterimde yoktu. Şimdilik.

Annem ve babam yıllar önce ayrılmış. Daha doğrusu annem babamın onu terkettiğini söylerdi. Bu yüzden annemle kalıyordum.babamı en son gördüğüm tarihi bile hatırlamıyorum. Annem babamın beni hiç istemediğini söylerdi. Bu sebeple baba kavramı canımı yakmıyordu. Beni istemeyen bir adamı düşünmek ve onu geri istemek en sonyaparım dediğim şeydi. Yaşadığım şehri, evi, telefonumuzun numarasını bilmesine rağmen yıllardırbizi, beni aramıyorsa ben de onu aramaz ‘baba’ demezdim.

Annem çay bardağımıdoldurmaya başlarken durmasını işaret ettim.                    “Sahile iniyorum anne. Kızlarla buluşacağım.” Annemin yüzü her sabahki gibi düştü. Ama bu sefer bakışlarında başka bir duygu vardı. Çaresizlik gibi, pişmanlık, acı.

Bana öyle gelmiştir dedim. Çünkü annem de en az benim kadar neşeli biriydi. Onu ağlarken hiç görmemiştim. Çevresinde çok az insan vardı annemin. Az ve öz. Böyle olmasını tercih ediyordu nedense. Ona göre mutluluğunu çevresinde az insan olmasına boçluymuş.

“Akşam erken gel.” dedi annem parmak arası terliklerimi giyerken. “Misafirimiz var.” Oldum olası misafirlerden nefret ederdim.ama misafirler anneme hep iyi gelmiştir. Onun yalnızlığını hafifletmişlerdir. Bu yüzden akşam eve erken dönecektim.

Çocukluk arkadaşım beni sahile inen yolun başında bekliyordu. Merve ve diğerleri. Bu küçük grup deniz tutkunlarından oluşuyordu. Deniz, su adeta bizim yakıtımızdı. Denizin en dibini görebilmek için balıklarla yarışırdık. Sahile inen patikadasevinç çığlıklarımız yankılanırdı.

Yine öyle oldu. Kumsalda zorlarak da olsa deli gibi koşup her zamanki yerimizi kapıyorduk. Denizin sürükleyip sahile attığı ağaç kökü. Üzerimizdeki tişörtleri kütüğün üzerine fırlattık. Altımdaki kot pantolonu da çıkarınca kendimi sulara bıraktım. Yorulana kadar yüzüyor, yorulunca da kendimizi masmavi sulara sırtüstü bırakıyoruk. Açıkınca sahildeki kafeye gidiyor tonbalıklı sandviçlerimizle limonatalarımızı yudumluyorduk. O kadar çok gülüyorduk ki bir keresinde kafedeki müşterile bizden rahatsız olmuşlardı. Şikayet edip bizi kapı dışarı ettirmişlerdi. Biz aldırış etmeden gülmeye devam ediyor, suların içinde yaşıyorduk.

İnsanların başkalarının gülmesinden rahatsız olduğu bir dünyada bizi ne bekliyor olabilirdi? Bugün de aynı tavırları sergileyerek neşeyle kendimi eve attım. Annem hiçbir hazırlık yapmamıştı. Ve ben deli gibi acıkmıştım. O yapmadıysa ben yaparım diyerek mutfağa doğru koştum. Üzerimde kalan deniz tuzunu yıkamak için vaktim kalır diye bir sandviç hazırlamaya başladım.

Salamları ekmeklerin arasına koyarken kapı açıldı. Açmak için yeltenirken annemle yolda karşılaştık. Benim yerime o açtı kapıyı. Bir adam. Adamın karşısında hiç görmediğim bakışlara sahip olan annem ve onun arkasında olacaklardan habersiz olan ben…

Adam hiçbir şey söylemeden içeri girdi ve bana sarıldı. Benim adamı itmeme gerek lamadan annem bir hışımla beni geri çekti.

“Ne yapıptığını sanıyordun sen? Dokunma benim kızıma.” Annemin haykırışı karşısında ürpermiştim.

“O benim de kızım.” Ne oluyordu? Bu adam da kimdi? Ne kızı? Hibir şey anlamamıştım.

“Onu terk edip gitmeden önce düşünecektin. Beşikte ağlarken, onu bırakırken de senin kızındı o. Sen onu da beni de o kadına tercih ettin.”

“Evet, ettim. Çünkü o senin gibi bencil değildi. Bak kardeşini getirdim ona. Üvey de olsa kardeş onlar. Sen onları buluşturmadın ama o, sana tercih ettiğim, seni aldatığım o kadın, izin verdive henüz bebek olan çocuğunu benimle yolladı. Arabada ablasını bekliyor.”

Bir babam, üvey bir annem ve bir kardeşim vardı. Üvey de olsa bir kardeş. Ve bebek. Benden saklayamazdı annem onu. Evet şu an bu adamdan da annemden de tiksiniyordum. Ne utanç verici. Her bir hücrem şaşkınlık kararsızlıkla doluydu. Ya babamın beni ve annemi terk edişine inat olanları hiçe sayıp hayatıma devam edecektim. Ya da babamın, beni terk eden babamın, beni istemeyen babamın bana uzattığı eli tutup hiç görmediğim kardeşimi bir kez olsun görebilecektim. Eminim ki annem buna çok kızar, alınırdı. Ama o bir bebekti. Masum bir melek. Bunca kirli ve çirkin işleri ondan çıkaramazdım. Büyüyünce ona ablan seni istemedi dememeliydiler. Ne olursa olsun onu görmeliydim. Bu yüzden babamın öfkeyle çarparak çıktığı kapıdan dışarı adımımı attım. Arkamdan annemin bağırışlarını duyuyordum.

“Pelin, o senin üvey kardeşin. Üvey… Annene, yapma bunu.” Sinirli bir şekilde cevap verdim.

“Ama kardeşim.”

Annem niye onu görmemi istemiyordu. Onu severim de annemi yalnız bırakırım diye mi? Hayır, bu kıskançlık olmalıydı. O kadının çocuğunu benden kıskanıyordu. Belki de babamdan. Ama o bu olup bitenlerianlayamayacak kadar küçüktü.            

O neşeli annem gitmiş, öfkeli bir kadın gelmişti yerine. Babamın arabasına bindiğim zaman arabanın kapısını zorla açtı ve beni dışarı çıkarmaya çalıştı. Ama benim direnişim daha uzun sürdü ve araç sonunda hareket etmeye başladı.

İşte o an yanımdaki bebek koltuğundan gelen ağlama sesine doğru yöneldim. Kardeşim… Sarışın bir erkek çocuğu. Benimle bir benzerliği yok denecek kadar azdı. Göz göze geldiğimizde ağlaması bir nebze de olsa dinmişti. Oturduğu koltuktan çıkarıp kucağıma aldım. Sıkıca sarılıyordum ona. Hiç bırakmayacakmış gibi. Evet, bundan sonra onunla beni sadece ölüm ayırabilirdi. Annelerimizin ve babamın bile aramıza girmesine izin vermeyecektim.

Babam büyük bir öfkeyle arabayı kullanıyordu. Kırmızı ışıkta durma gereği bile duymuyordu. Ben de ateşe körükle gittim.

“Neden baba? Neden? Neden beni istemedin? Beni ve annemi bıraktın. Annemi aldattın. Şimdi niye hiçbir şey yokmuş gibi hayatıma girip her şeyi mahvettin?”

Babam susarak ağlıyordu. Gözyaşlarından dolayı önünü rahat göremediğini anlamıştım.

            İşte bir çırpıda karanlığa itilmiştim. Yıllar sonra babam kardeşimle çıkagelmişti. Ve şimdi annemi arkamda bir süreliğine de olsa bırakıyordum.

            Uzun muydu yolumuz bilmiyorum. Ama benim de ağlamaktan gözlerim kızarmıştı. Hiç görmediğim ve ilk kez görme fırsatı bulduğum kardeşim kucağımda çoktan uykuya dalmıştı bile. Ben de uykunun çekiciliğine kapıldım ve direksiyon başındaki babamı yalnız bıraktım.

            Gördüğüm rüya gerçeğe o kadar yakındı ki uyandığım zamanki sarsıntıyı rüyanın bir parçası zannediyordum. Araba bir sağa bir sola sallanıyordu. Bir müddet sonra da ardı ardına gelen taklalar atmaya başladık. Belki birkaç saniye sürmüştü olanlar. Ama bana saniyelerden çok daha fazla gelmişti. Sonra aracın uçtuğunu hissettim. Belki de sonsuzluğa uçuyorduk…

            Birden soluduğum havada değişiklik oldu. Bedenimin ıslandığını hissediyordum. Kaslarım gevşemiş, ruhum şok geçirmişti. Araç su alıyordu. Ama nasıl? Kardeşim kollarımın arasından kayıyordu. Ya da kucağımdaki o değildi. Kalan son gücümle araçtan çıktım. Ciğerlerimde tuttuğum oksijen gittikçe azalıyordu. Yapabileceğim iki şey vardı. Benimle beraber kardeşimi ve babamı kurtarabilirdim. Ama bu üçümüzü de ölüme götürebilirdi. Veya yüzeye çıkıp ciğerlerimi tekrardan oksijenle dolduracaktım.

Yakın zamanda kaybettiğimiz amcama gelsin bu bölüm. Beraber atlattığımız trafik kazası  bu bölümü yazmama ve devamını getirmeme  yardimci olacak (!)

JeneratörHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin