Jihoon evden çıkarken her şeyi aldığınından emin olmak için son ke emin oldu. Annesi hamile haliyle yaptığı işi beğenmeyip söylense de bu kampa gitmeye kararlıydı. Okuldan ve Soonyoung’tan uzaklaşıp kendini toparlamalıydı.
“Orada ne yiyeceksin iki gün!”
Annesi sinirle söylenmeye devam ederken kabladığı koca paketi ve diğerlerini gösterdi. Issız bir yere gitmiyorlardı aksine çok kalabalık bir kamp bölgesinden yer ayırmışlardı kendileri için. Hamile olarak kendi başlarına yaptıkları çılgın kampa veda edip hafif yükleriyle kamp bölgelerinden birine gitmeye karar verdiler.
Dış kapıyı açıp sırt çantasını ve diğer iki ıvır zıvırla dolu çantayı çıkardı. Hazır alana gidiyordu ancak pinpiriklenen annesi ve yoğun diyet listesi boş gitmesine izi vermiyordu. Mingyu kısa süre sonra aracıyla kapıda durdu.
“Telefonun açık olsun merak ederim seni!”
Arabaya binip annesine el salladı. Yola çıktıklarında ilk işi telefonu tamamen kapatmak oldu. Soonyoung’a iki günlüğüne Mingyu ile geziye çıkacağını ve meşgul olacağını söyleyen mesaj atarak haber vermişti sadece. Kamp ve ayrıntılardan bahsetmedi. Kimsenin gelmesini istemiyordu.
“Kapattın mı telefonunu?”
Mingyu soruyu beğenmemiş gibi duymamazlıktan geldi. Bu piçin sevgilisi ile konuşmadan iki gün geçirebileceğine inanmıyordu ancak her dakika sevgilisiyle konuşmayacağına ve onu davet etmeyeceğine dair söz vermişti. Yakın arkadaşıyla sakin bir tatil geçirmek istiyordu.
Kamp alanı geldikleri andan itibaren Jihoon kendini daha iyi hissediyordu. Eşyalarını kiraladıkları alana götürüp Mingyu’nun getirdiği çadırı kurdular. Jihoon yeşillik alan içinde kendilerine özel alanı sevmişti. Civarda çadır kurmak için bir sürü tahta zemin ve ateş çukuru vardı ve hepsi birbirinden yirmi metre civarı uzaktaydı. Zemin o kadar genişti ki birkaç çadır birden sığabilirdi. Ağaçlar ve otlar ile etrafları iyice kapandığı için kendilerine özel alanları oluyordu.
Her şey hazır olduğunda sandalyelerinin başında ateş başında oturdular. Jihoon kendini arınmış gibi hissediyordu. Uzun ve strestli bir dönem içerisinde bu tatil şimdiden onu iyi etmeyi başarmıştı. Ateş başında ısıttıkları şeyleri yerken Jihoon kıyafetinin kenarını tutuşturan arkadaşına gülüyordu.
“Tam bir malsın biliyorsun değil mi?”
Mingyu odun sopayı ona doğru yere fırlattı.
“Dalga geçme! Senin tabağını hazırlarken tutuşuyordum az kalsın.”
Yemeğini yerken normalden daha fazla iştahı vardı. Yemek sonrası sıra içmeye geldiğinde Jihoon sadece baktı. Mingyu su gibi birayı gömerken kendisi ateşte kaynattığı suya paket çayını atıp içiyordu. Bilerek yanında sadece bira getirmişti arkadaşı. Kolay kolay sarhoş olup Jihoon’u yalnız bırakmayı düşünmüyordu ve biradan sarhoş olması için en az dört şişe içmesi gerekiyordu.
“Sonunda kendine gelebildin Jihoon.”
Haklıydı. Fazlasıyla rahatlamış hissetmesinden
bile ne kadar zor zamanlar yaşadığını anlayabiliyordu.“Önceden daha sık gülümserdin. Şimdi daha çok somurtuyor veya uyuyorsun. Hiçbir şeye halin kalmamış gibi çok yorgunsun.”
Stres altında gülümsemeyi unutuyordu neredeyse. Sürekli bir şeyleri düşünüp bunu tartması ve karara bağlaması gerekiyordu. Çok zorlanıyordu. Her şeye dikkat edip düşünmekten yoruluyordu. Bebeğini bir daha kaybetme eşiğine gelmekten korkuyordu.
“Bebeğe bir şey olmasından korkarak dikkat etmene bir şey demiyorum ancak Soonyoung’u kafana çok fazla takıyorsun. Bırak ne yapıp ne yapmak istediğine o karar versin. İleride pişman olacağından veya bu derdi onun başına sen açtığını düşünmekten vazgeç. Korunsaydı pezevenk senin mi suçun sanki?”

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pregnant Diary | Soonhoon
FanfictionŞaka yaptığına inanmak isteyerek çubuğa baktı ve tek olması gereken çizgi endişesinden dolayı çift görünüyordu. Gözü yanılıyor olmalıydı. Hayır, orada gerçekten çift çizgi vardı. Gözlerini ne kadar kırpıştırırsa kırpıştırsın teke düşmüyordu. Jihoon...