Ada Gülen uzun zaman sonra ilk defa evine tek başına dönüyordu. Kulaklıkları kulağında, şansına Kardelen çalarken yavaş adımlarla evine çıkan yokuştan yürüyordu.
Osman'ı yalnız bırakmaya karar vermişti, düşünecek şeyleri olduğu kanısına vararak. Bu yüzden küçük bir yalanla - teyzesiyle sinemaya gideceğini söylemek gibi - onu evine tek başına gönderdi.
Okul bitene kadar Osman, bildiği neşeli Osman değildi. Bu onu biraz üzmüştü. Ama ders aralarında yanına gidip destek vermeyi eksik etmemişti.
Okulun arkasındaki yerlerine gidip sessizce oturmuş, Ada'nın müzik çalarından klasik müzik açmışlardı. Ada o sırada kafasını Osman'ın başına yaslamış, sağ kolunu da beline sarmıştı.
Yaptığının farkına varıp kolunu çekecek iken bu sefer de Osman onu kendine çekmişti.
Ada yüzünden saklayamadığı gülümseme ile evinin kapısını açtı, kulaklığını çıkarıp içeri girdi. "Teyze!" diye seslendi, bugün işte olmadığını bildiği Gülay hanıma.
"Mutfaktayım canım!" diye geri seslendi orta yaşlı kadın.
Ada çantasını kenara atıp mutfağa gitti koşar adımla. Teyzesinin yanağından bir öpücük çalıp masanın üstünde duran tabaktan bir salata çaldı.
"Pek bir mutlusun bugün."
"Farkındayım."
"Doktorun aradı." dedi Gülay hanım, gülüşü yavaşça solarken. Ada fark etse de umursamadı ve sebebini sordu.
"İki hafta sonra yurt dışına çıkması gerekiyormuş."
Ada'nın kaşları merakla çatıldı. "Ee?"
"Geri dönmesi birkaç ayı bulacakmış."
"Ee?"
"Kızım başladın sen de Yılmaz Erdoğan'ın tiyatorsundaki kadın gibi "Ee?" diye sormaya."
"Ha pardon, ee?" dedi gülerek Ada bu sefer de. Gülay hanım gözlerini devirdi. Elindeki bıçağı kenara bırakıp yeğenine döndü. "En geç Çarşamba günü yatman gerekiyormuş. O sırada yeni bir doktor bulacakmış."
Ada elindeki salatalığı yavaşça masaya bırakırken derin bir nefes aldı. "Yani sonuçta er ya da geç olacaktı. Ertelemek için elimizden geleni yaptık. Halüsinasyonlarım kötüye gidiyor açıkça, yapacak bir şey yok." diye açıkladı kendini tek nefeste.
"4 günün var."
"Biliyorum. Sana afiyet olsun, ben odama çıkıyorum. Artık ödev yapmama gerek yok umarım?" diye sordu Ada zorla gülerek, Gülay hanımı da güldürme çabasıyla.
"Yok." dedi Gülay hanım, küçük bir tebessümle.
Ada koridorda bıraktığı çantasını da aldı ve odasına geçti. Kapıyı yavaşça kapattı, çantası yine yeri bulurken kendini yatağına fırlattı.
Gözleri yavaşça kapanırken gerçeklerle yavaşça yüzleşmeye başlıyordu.
Normal değildi,
Anormal hiç değildi.Ama kendinde bir şeyler doğal değildi.
Asla çocuk yapmayacaktı. %12 ihtimali olsa bile yapmayacaktı. Aynı şeyleri çocuğuna yaşatmazdı.
Aklına yine geçenlerde kurduğu hayal geldi. Şizofreni tanısına sahip öğrencilere yardım etmek...
"Tek yapabileceğimiz şey bu, değil mi Alis?" diye sordu, gözlerini açıp karşısında dikilen yaratığa bakarak. Hareketsiz kalmasına karşı Ada sadece güldü.
"Onları görebilecek miyim acaba? Sen ne düşünüyorsun Ateş?" diye sordu bu sefer de, odasının sağındaki gri renkli eski koltukta oturan başka bir yaratığa. O da tepkisiz kalmıştı. Ada yeniden güldü.
"Bence göreceğim. Birbirimizden bu kadar kolay vazgeçmeyiz, değil mi Deniz?"
Bu soruyu direkt olarak duvardaki gölgeye yöneltmişti. "Yine kimi boğuyorsun sen?" Ada oturur pozisyona gelirken gölgeyi izledi. "Saçı benimkine benziyor." dedi yine gülerek.
Kapısının ardında onu dinleyen Gülay hanım göz yaşlarını tutamaz hâle gelmişti. "Ah be güzel kızım..." diye fısıldadı kendi kendine sessiz hıçkırıkları arasında.
Boğazını temizledi, ağlaması yavaşladığında ve hıçkırıkları solduğunda. "Ada, Çiçek Taksi başladı kızım."
"Geliyorum!"
:3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
la vie en rose
Fanfiction❝la vie en rose, Hayata pembe gözlüklerle bakmak anlamına gelir. Edith Piafın en popüler şarkılarından birisidir. Edith Piaf bu şarkısıyla kötü bir dönemin ardından bulduğu aşkı kutlar.❞ •·• Aşk 101 · Osman