"Size baklavanın en iyisini getirdim. Ada, bu kadar şerbet sevmediğin için sana da çilek buldum." dedi Osman Demirkan, arkadaşlarına baklavayı uzatıp; Ada'ya da çilek kutusunu vererek.
Sarışın kız teşekkür etti, Eda'ya da yemesi için uzattı. "Baklava yemiyorsun bari bunu ye." diye de açıkladı neden uzattığını kutuyu. Eda zorla gülümseyip kutunun içinden küçük bir çileği alıp yemeye başladı.
Ekip, klasik yerlerinde toplanmışlardı. Sinan'ın evinde.
Ada son bir haftasını şemsiye çevirmekle geçirdiğinden, uzun zaman sonra çeteyle hep beraber olmak onu mutlu etmişti.
Zira son üç haftası kalmıştı, maalesef. Hastaneden dönüşünde kim nerede olurdu, bilmiyordu. O zamana kadar atılır mıydı? Onu da bilmiyordu.
Gözleri direkt karşısındaki denize dalıp giderken Işık herkesin aklındaki o mükemmel soruyu sormaya karar kılmıştı...
''Osman, sana bir şey soracağım. Para senin için neden bu kadar önemli? Yani böyle çok fazla paraya ihtiyacın olan bir durum mu var? Niye yapıyorsun ki bu işleri?''
''Parayı seviyor adam.'' dedi Kerem, düşünebildiği en mantık içeren cevap bu olduğundan mütevellit. Doğru olduğunu da düşünüyordu açıkçası. ''Ya tamam da parayı bu kadar düşünüyor olmak yorucu değil mi ya?'' bu sefer soru soran Eda'ydı.
Osman düşünmeden yorucu, dedi. ''Para düşünmemek için para kazanmak istiyorum. Parasızlık yapmak istediğin şeylerin önünde bir engeldir.'' diye de açıkladı. ''Para düşünmemek için paranın olması lazım.''
Ada, çocuğun dediklerine hem katılıyordu hem de katılmıyordu. ''Yok ya, parasız da bir sürü şey yapılabilir bence.'' dedi Işık, Ada'nın düşüncelerine ses olmuştu bir nevi. Osman kendinden emin bir şekilde konuşmaya başladı: ''Sana öyle geliyor. Kafada para hesabı olmadan şuradan şuraya gitmez aslında insan. Mesela bana gündelik bir kaygı söyle.''
Gördüğüm halüsinasyonlar, diye düşündü Ada içinden.
''Şu anda eve nasıl gideceğim?''
''Paran olsa kaygılanmazsın, çözümü var.''
''Trafik var, işe geç kalacaksın. Al sana kaygı.'' dedi bu sefer Eda.
''Paralı adam başarılıdır. Geç de kalsa beklenir, sorun yok.'' dedi kendi bakış açısını kanıtlamak isteyen Osman.
Kız sessizce ayağa kalktı. Elindeki kutuyu saniyeler önce oturduğu koltuğa koydu. Eda başka bir şey sorarken, Ada kenarda duran montunu eline aldı, Osman'ın cevabının bitmesini bekledi. ''(...) Zamanını yatır istediğin şeye.''
''Bir güne daha uyandım. Acaba bugün nasıl birini göreceğim? Beni şoka sokan bir palyaço mu? Karnımı bıçaklayan bir bebek mi? Yoksa hiçbiri olmadan direkt bayılacağım ve yine polisler beni zorla alıp hastaneye mi yatıracak? Alın size gerçek kaygı, bunu nasıl çözeceksiniz?'' dedi sinir ve umutsuzluğun verdiği hisle Ada. Etrafta büyük bir sessizlik oluştuğunda alayla gülümsedi. ''Ben de öyle düşünmüştüm.''
Hızlı adımlarla evin içine girdi, çantasını attığı yerden alıp aynı hızla orayı terk etti. Siniri paranın her şeyi çözeceğine inanan Osman'a değildi. Siniri hiçbir somut şeye değildi. Siniri yaşadığı, gördüğü, duyduğu ve hissettiği şeylere idi.
Ve sinirlenmekte haklıydı da.
Yanaklarında hissettiği soğuklukla ağladığının farkına varması daha fazla ağlamasına sebep olmuştu. İronik olan bir şeydi bu, değil mi? Bir duyguyu hissettiğini fark ettiğinde daha fazla hissetmeye başlamak. Farkındalık garip şeydi Ada için. Anlam veremiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
la vie en rose
أدب الهواة❝la vie en rose, Hayata pembe gözlüklerle bakmak anlamına gelir. Edith Piafın en popüler şarkılarından birisidir. Edith Piaf bu şarkısıyla kötü bir dönemin ardından bulduğu aşkı kutlar.❞ •·• Aşk 101 · Osman