7🌸

78 15 20
                                    

HAN

Bugün Han'ın Vega'sıyla tanışacağı gündü. Konum telefonuna düştüğünden beri konumu başlatmakla başlatmamak arasında gidip geliyordu. Tek korkusu vardı: Öykü'nün ardına bile bakmadan kaçıp gitmesi...

Her gün olduğu gibi bugün de simsiyah giyinmişti. Mutfaktaki masaya yaklaşıp vazodan bir dal frezya çiçeği aldı.

 Mutfaktaki masaya yaklaşıp vazodan bir dal frezya çiçeği aldı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Han, frezyaların eve bıraktığı hoş kokuyu seviyordu. Annesi her hafta oğlunun evine uğrayıp solan çiçekleri tazeleriyle değiştiriyordu. Beyaz olmaları annesinin tercihiydi. Öykü'nün de seveceğini düşünerek yaka cebine bir tane yerleştirdi ve katlanabilir sopasıyla birlikte evden ayrıldı. Konumu başlatıp telefondan gelen mekanik sesi dinledi.

100 metre sonra sağa dönün.

Hedefe 50 metre kaldı.

Sağa dönün.

Hedefe ulaşıldı.

Han şaşkındı. Ezbere bildiği bir yoldan ezbere bildiği bir yere gelmişti. Bu bank onun sırdaşıydı, dostuydu. Öykü burayı nasıl bilebilirdi? Aklı almıyordu. Banka yaklaşıp zemini sopasıyla yokladı. Bir insanın varlığına dair bir şey hissetmedi. Gönül rahatlığıyla banka oturdu. Öykü konum attığına göre gelmiş olmalıydı. Ancak onun bankta oturmadığına emindi. Telefonu eline alıp mesaj kutusuna girdi. Mesajını seslendirip geriye kalan görevi asistanına bıraktı. Program mesajı yazıya döküp Öykü'ye gönderdi.

Han: Bankta oturuyorum. Geldim.

Öykü denizin kıyısında oturuyordu. Telefonuna düşen bildirimi açıp mesajı okudu. Telefonun ekranını kilitleyip oturduğu kayadan kalktı. Bankta oturan adamı görünce adımlarını yavaşlattı. Böyle bir şey mümkün müydü? Gözlerini ovuşturup yeniden adama baktı. Dün konuştuğu adam Han mıydı? Yavaş adımlarla Han'a doğru yaklaştı. Han adım seslerini işitiyordu. Öykü'nün saçlarına değen rüzgarın hışırtısını da duyuyordu. Sesin geldiği yöne baktı. Gözleri Öykü'nün göğüslerine değiyordu. Bunu bilinçli yapması mümkün değildi. Öykü bunun farkındaydı. Bu yüzden üstünde fazla düşünmedi.

Han ayağa kalkıp Öykü'nün kendisine yaklaşmasını bekledi. Bu defa gözleri Öykü'nün vişne çürüğü rengini andıran dudaklarındaydı. Öykü, Han ile arasında bir adımlık mesafe bıraktı. Han bu mesafeyi Öykü'nün nefes alıp verme sesinden hesap edebiliyordu. Öykü konuşmakla konuşmamak arasında gidip geldi. Sesini tanımasından korkuyordu. Han'ın engelini hiç düşünmedi. Tek endişesi sesini tanımasıydı. Onu kaybedemezdi. Boğucu ve hastalıklı hayatındaki en iyi şey Han'dı.

"Vega..." Han sessizliği bozdu.

Öykü dudaklarını araladı. Tereddütteydi. Konuşamadı.

"Biliyorum. Şaşkınsın. Sana bunu görüşmeden önce söylemeliydim. Ama kör bir adamla neden buluşasın ki? Şimdi gitmek istiyorsan anlarım. Hiç konuşmasan da anlarım." Han, Öykü'nün sessizliğinin nedeninin engeli olduğunu zannetti.

Öykü tüm cesaretiyle Han'ın elindeki sopayı alıp bankın kenarına dayadı. Han'ın iki elini birden tutup gözlerine baktı. Han'ın gözleri ise hala Öykü'nün dudaklarındaydı.

"Sen gördüğüm en güzel şeysin, kara çocuk." Öykü gülümsüyordu.

Han bu gülümsemenin sesini duydu. Gergin yüz hatları gevşedi. Derin bir rahatlamanın kollarında buldu, kendini. Hayatında ilk defa bir kadından iltifat alıyordu. En önemlisi hayatında ilk kez bir kadının ellerini tutuyordu. Dünden eski bir anı olarak kalan yabancısı olduğu kadının sesini hatırlamıyordu, bile. Seslerin benzerliğinin farkına varması mümkün değildi. Tüm dikkati ellerini kavrayan sıcak ellerdeydi. Kalbi deli gibi çarpıyordu. Yutkundu. Bir iltifata nasıl karşılık verilirdi? Bilmiyordu.

"Sesin hayal ettiğimden daha güzelmiş." dedi, iltifata iltifatla karşılık vererek.

Lütfen, yorumlarınızı ve beğenilerinizi esirgemeyin.

Desteğiniz daim olsun. Sağlıkla kalın.

Han'ın ÖyküsüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin