|| One ||

191 30 27
                                    

Ucube!...

Canavarsın sen!.. Aileni sen öldürdün!..

Sen bir katilsin!..

Kimse seni istemiyor...

Keşke ölsen...

Yaşamayı hak etmiyorsun...

Tüm bu sözlerin hepsini ezbere biliyordu park seonghwa. Yüreğinde cehennemi taşıyordu her ailesini kaybetmiş çocuk gibi. Gözyaşlarını senelerdir dindiremiyordu. Dinerse, annesinin toprağının susuz kalacağını, acıdan yanacağını sanıyordu. Gülmek haram olmuştu genç adama. Ellerinde taşıdığı kıvılcım her yere saçılmış, tek başına kalmasına neden olmuştu. Yanında nefes almak bile zordu artık...

Ağrıyan başını elleri arasına aldı genç adam. Kontrolü kaybetmek istemiyordu. Tekrar yanmak istemiyordu. Ateşten nefret ediyordu. Ellerinden nefret ediyordu, saçlarından nefret ediyordu.

Kendinden nefret ediyordu...

Gözyaşları tekrardan akmaya başladığında artık kurtuluşu olmayan bir krize girmişti. Kuzgun misali kara olan saçlarını yolup duruyor, acı içinde bağırıyordu genç adam. Ellerini saçlarından çekip ahşap sehpaya koyduğunda ahşap birden alev aldı. Seonghwa korku ile geri çekildi. Refleks olarak elini duvara asılı olan halıya değdirdiğinde halı da kıvılcımlanmıştı. Saniyeler içinde her yeri alevler basmış, dumanları ensesinde tütüyordu.

Bu evini de yakarsa tüm anılarını kendi elleri ile yakmış olacaktı. Ailesini de yaktığı gibi...

(Flashback)

"Anne! Jimin hyung oyuncağımı vermiyor!"

Küçük çocuk avazı çıktığı kadar bağırdı. Saçlarını karıştırdı sinirle ve abisinin elinden almaya çalıştı oyuncağını. Canını sıkmaya başlamıştı artık, abisinin dalga geçer vaziyette çıkardığı kıkırtılar ve dışarıda sallandırdığı pembe dili ile kim olsa sinirlenirdi zaten.

"Alamazsın ki! Benim oyuncağım artık bu!!"

"Ver dedim hyung!"

"Vermeyeceğim!"

"VER!"

Birden ellerinden bir kıvılcım çıktı küçük çocuğun. Oyuncağı yakıp kül etti,alevler içinde yere düşen oyuncağın kıvılcımları önce halıya yayıldı yavaş yavaş. Çocuklar korku ile, çıkan koca kıvılcımın iki yanına düştüler.

Anılar yandı, oyuncaklar yandı, küçük seonghwa'nın abisi de, zavallı annesi de yandı. Ama seonghwa yanmadı. Yanamadı...

"Anne! Hyung! Lütfen ölmeyin!!"

Küçücük kolları arasında kül etti her şeyini park seonghwa. Kıvılcımlar her yanını sarmıştı ama ona işlemiyordu bile. Tenine değen her kıvılcım daha da büyüyor ve etrafa sıçrıyordu. Zavallı küçüğün gözyaşları daha da harlıyordu etrafında ki alevleri.

Sinirine yenik düşmüştü park seonghwa. Bu yüzden tüm dünyasını yakıp kül etmişti...

(Flashback end)

Kaçmalıydı buradan. Yok olmalıydı park seonghwa. Başka çaresi yoktu. Ya ölecekti, ya da ölecekti. Bu yüzden ayaklandı ve alevlerin arasında kalan kapıyı seçmeye çalıştı. Ancak dumanlar görüşünü öylesine etkiliyordu ki neredeyse hiçbir şey göremiyordu.

Birden alevlerin arasından mavi ışık huzmeleri içinde bir siluet belirdi. Başı kapüşon ile kapalıydı ve yüzünün her santimini gizliyordu gölgesi. Lakin silüet başını kaldırdı ve parlak masmavi gözleri ile seonghwa'nın dehşete düşmesini sağladı. Seonghwa korku dolu bakışlarla geri adım attı ancak bu yere düşmesine neden oldu.

Siluet siyah eldivenlerini çıkardı. Ve parmak uçlarından çıkan mavi rüzgarları alevlere doğru yöneltti. Odanın içindeki tüm alevler sönerken etrafta kar taneleri hafifçe uçuşmaya başladı. Seonghwa dolu gözlerini odanın etrafında gezdirirken, yabancı tekrar eldivenlerini geçirdi eline ve kapüşonunu açarak endişe dolu gözlerini seonghwa'ya çevirdi. Mavi saçları karışmış ve bazıları terden kaynaklı alnına yapışmıştı. Yavaşça eğildi, elini uzattı ve nefesini kontrol etmeye çalışır bir ses ile "İ-iyisin değil mi?" dedi.

Hayır iyi değildi. Şuan ne sikim yaşıyorsa hiçbir şey iyi değildi. Bu değişik de kimdi böyle?!

"S-sen de kimsin?"

Yabancı şefkat ile gülümsedi ve "Bu seni rahatlatacaksa adım hongjoong. Ve buraya çok çok uzaklardan geldim seonghwa-yah... senin için~" dedi. Seonghwa neye uğradığını şaşırmıştı. İçinde sebepsizce oluşan güven duygusuna lanet ederek yabancının elini tuttu ve ikisi de ayağa kalktı. "Hadi, biri bizi bulmadan hemen gitmeliyiz." dedi endişe ile hongjoong. Mavi gözlerinden belliydi korkusu. "Bekle bekle, biri bizi bulmadan derken??" diye atıldı seonghwa birden. Tamam komşularını daha önce görmemiş olabilirdi ama emindi ki buradaki insanlar saygılı ve hoşgörülü insanlardı.

"Yolda açıklarım seonghwa hadi!"

Seonghwa birden hongjoong'un elini bıraktı ve kızgın bir surat ifadesi takınarak "Hayır gelmiyorum!" dedi. hongjoong şaşkınlıkla siyah saçlı gence döndü. Tekrar harelerini ele geçiren kan kırmızısı iyiye işaret değildi. Fakat hongjoong tecrübeli bir ucubeydi. Böylece seonghwa onun üstünlüğünü hissedecek ve alevi sönecekti. Bu nedenle sakin kalıp ona kısaca olanları anlatabilirdi, yani o öyle düşünüyordu.

"İnsanlar bizi görürlerse yabalar ve meşalelerle peşimize düşerler seonghwa... Gideceğimiz yerin girişini ise kimse öğrenmemeli. Anlıyor musun?"

seonghwa bu kısa şeyin söylediklerine pek inanmamıştı. Yine de dışarıdan gelen sesler doğruluğunu kanıtlamıyor değildi.

"Burada ki buz yol da ne?!" "Yazın ortasındayız." "Yoksa cadı mı geldi?!" "Yabaları alın millet!" "Yakalım o cadıyı!!"

Hongjoong korku ile odanın kapısını kapattı. "Buradan hemen çıkmalıyız!" dedi endişe ile. Yaklaşan sesler ikisininde daha çok korkmasına neden olurken hongjong birden eldivenlerinden birini çıkardı ve elinden çıkan soğuk rüzgarı kapıya yönlendirdi. Böylece ahşap kapı donmuş ve açılması zor bir hale gelmişti. Bu onlara az da olsa zaman kazandıracaktı. Kırmızı saçlı oğlan şaşkınlıkla kısa boyluyu izlerken, kısa boylu oğlan seonghwa'nın elinden tutup odanın camını açtı. Tam dışarı çıkacaktı ki seonghwa tekrardan durdurdu onu. Elini çekti hızla ve bir adım geri çekildi.

"Neden sana güveneyim? Önce bana uzaklardan geldiğini söylüyorsun. Şimdi de beni evimden kaçırmaya çalışıyorsun. Amacın ne senin?!""

"Bunu konuşmak için bir sürü vaktimiz olacak park seonghwa. Ancak, eğer şimdi buradan kaçmazsak; kellemizi mızrakların başına saplayıp kasabanın her yerinde gezdirecekler."

Seonghwa korku dolu gözleri ile bir hongjoong'un eline, bir de ona bakıyordu. "Güven bana seonghwa~ Hadi..." dedi hongjoong. Mavi gözlerinin içindeki sıcak şefkati hissetmemek elde bile değildi. Seonghwa içine doğan ve çığ misali büyüyen güven duygusu ile tekrardan hongjoon'un küçük elini tuttu ve sonunun nereye çıkacağını bilmediği bir yolculuğa merhaba dedi.

O evden çıkmayı başardıklarında var güçleri ile koştu iki genç. Nefes sesleri birbirine karışıyor, bazen de izbe bir yerde soluklanmak için duruyorlardı.

Kim hongjoong denen değişik, park seonghwa'nın elinden tutuyor ve onu bilmediği bir karanlığa sürüklüyordu...

✨✨✨

Herkese merhaba değerli Atiny'ler. İlk bölümümüz ile konu biraz havada asılı kalmış olabilir lakin 2.Bölümde daha çok anlaşılacağına inanıyorum. Umarım beğenmişsinizdir. Hepinize Ateez'li haftalar!!!

-Rigel 🌠

Wonderland || Seongjoong Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin