Poşetlerdeki aldığımız şeyleri yerleştirdikten sonra poşetleri bir köşeye sıkıştırdım.
Onur ise odasında çizim çalışmaları yapıyordu. Onun okulu başlamıştı ama benim okulumun başlamasına daha bir ay vardı.
Odasının kapısına tıklatıp komut bekledim. "Gel!" Odasına girdiğimde başını kağıda gömmüş Onur'u gördüm.
"Musait misin?" Tabi ki değildi ama sormaktan zarar gelmezdi. "Hıhı..." Kaşlarım havalanırken yanına doğru ilerledim. Masasının başında kollarımı birbirine bağlamış duruyordum.
"Ne kadar sürer?" Başını kaldırıp çatık kaşlarıyla bana baktı. "10 dakika falan sürer. Sen bir şey istiyorsun. Ne o?"
Omzumu silkip cevapladım. "Bir şey istemiyorum, bir şey yapacağım." Bu sefer de kaşları havalanmıştı. "Şu... Bugün aldığın şey mi?" Ne kadar çok 'şey'li konuşmuştuk! "Evet, ondan." Çok gizemlisin Kevser, tebrik ederim.
"Tamam. Şu kısmını da yapıp geliyorum." Kağıda baktığımda sayılar ve bilmediğim işaretlerle doluydu. Bakışlarımı Onur'a çevirip başımı onaylar biçimde salladım.
Odadan çıkıp kapısını kapattım. Neden böyle heyecanlanmıştım durup dururken? Durup dururken mi? Her gün kocana kahve yapmıyorsun. İsteme kahvesi bile yapmadın. Onun için olabilir mi? Olabilirdi. Ellerime yüzüme yelpaze yaparken mutfağa ilerledim.
Kahvenin malzemelerini karıştırıp ocağa koydum.
Kaynamaya başlayınca üstünden hafif bir şekilde köpüğünü alıp fincanlara paylaştırdım. Cezveyi tekrar ocağa koyarken sağ tarafımda bir karartı gördüm. Bakışlarımı oraya çevirdiğimde Onur'un elinde telefonla bana doğru geldiğini gördüm.
Tam mutfağa girdiğinde karşılaştığı manzaraya baktı. Sonra bana baktı. Tekrar kahveye bakıp konuşmaya başladı. "Kahve..." Bana bakıp havalanan kaşlarıyla devam etti. "Sen..." Başımı 'ne var' der gibisine salladım.
Telefonu cezveye çevirdikten donra fincanların üzerinde gezdirdi. "Sen kahve yapabiliyor muydun ya?" Şaşkın bakışlarımla ona bakıyordum. "Yok artık! Daha neler?.." Gülerek başını sallarken tekrar konuştu.
"Kahve yaparsın ama köpüklü yapamazsın." Tek kaşımı kaldırdım. "Diyorsun?" Başını sallayıp cevapladı. "Dedim bile."
"Göreceğiz."
"Görelim."
"İçeriye geç sen. Tepemde dikilme."
"İçine tükürme!"
"Saçmalama Onur!"
Kahkaha atıp adımlarını içeriye doğru çevirdi. Sonra tekrar bana dönüp ani bir hamle yaptı. Kocaman açılmış gözlerimle ona bakıyordum.
"Aniden öpmesene!" Çatmaya çalıştığım gözlerimle birlikte söylediğim şeyle tekrardan dudaklarını yanağıma değdirdi. "Ne yapayım güzelim? 'Şimdi seni öpeceğim haberin olsun' falan mı diyeyim?" Geri çekildiğinde sorar bir şekilde yüzüme bakıyordu.
"Kahve taşacak çık şuradan!"
Çok güzel bir bahaneydi gerçekten (!)
"Gidiyorum o zaman ben. Gideyim mi?"
"Git git."
O gidince derin bir nefes alıp pişen kahveyi fincanlara döktüm.
Poşetlerin içindekileri yerleştirirken farkettiğim, Onur'un aldığı çikolatalardan da tepsiye koyup içeriye gittim.
Onur koltukta oturmuş telefonuyla ilgileniyordu. Birinde onun oturduğu iki tekli koltuğun arasındaki sehpaya tepsiyi bırakıp boş olan koltuğa da ben oturdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mecburiyet
ChickLitAbdestimi alıp Kuran'ımın başına oturdum. Bakara Suresi'nin son sayfalarına gelmiştim. Onları okuyup Âl-i Îmran suresine geçiş yapacaktım. Son iki ayet kalmışken odamın kapısı açılınca parmağımı kaldığım yere koyup başımı Onur'a çevirdim. Yatağın...