2 ay sonra
(minho)
O günden sonra sarayda bir çok şey değişmişti. Benim annem ve babam ayrılmış, Jisung'un annesi ve babası da ayrılmıştı. Eski Kral olan Han ve annem Lee kaçmışlardı.
Kral Han'dan sonra tahta Jisung geçmişti. Halk olanları bilmiyordu. Jisung açıklama olarak, "Benim tahta çıkmam uygun görüldü. Lütfen daha fazlasını merak etmeyin." demişti.
Ana Kraliçe ise Kraliçe olan kızına destek oluyordu. Kraliçe Han -artık Soo olmuştu- tedavi görüyordu. O günden sonra durumu pek iyi gitmemişti. Fakat şu an çok iyiydi.
Kraliçe Han, her gün Jisung'un ayaklarına kapnıp eskiden yaptığı şeylerden dolayı pişmanlık yaşıyor, Jisung'a yalvarıyordu. Jisung ise hep aynı cümleyi kullanıyordu.
"Kraliçe'm, siz beni doğuran kadınsınız, fakat hayatımda hiç istemeyeceğim yaralar açtınız. Sizi affetsem bile yaralarınızın izi illaki kalıyor. Beynim size, sizi affettiğimi söylese bile kalbim sizden nefret ediyor. Lütfen daha fazla uğraşmayın efendim."
Felix de -ben burada olduğum için- artık Han Krallığına gelmişti. Changbin ve ikisini sürekli bakışırken ya da utanırken yakalıyordum. Kesinlikle yakın bir tarihte sevgili olacaklardı.
Ryujin ve Yeji 2 yıldır sevgililermiş. Bu yüzden bir kaç ay sonra yurtdışında evlenmek için hazırlık yapıyorlardı. İkiside çok heyecanlı ve mutlulardı.
Bugün Jisung ile dışarı çıkacaktık. Onunla Han nehrinde dolaşacaktık. Çünkü son olanlar ikimizi de çok fazla boğmuştu.
"Sungie~ Gelmeyecek misin? Geç oluyor!"
Odasına giyinmek için kapanan Jisung'a seslendiğimde, bana aynı şekilde karşılık vermişti.
"Minnie~ Geleceğim. Biraz bekle!"
Ben onun cümlesine kıkırdarken en sonunda odadan çıkmıştı. Her zaman ki gibi harika ötesi olmuştu. Ona bakarken gözlerimden kalpler fışkırdığında emindim fakat kanıtlayamazdım.
"Çok güzel olmuşsun." hayranlıkla söylediğimde gülümsedi.
"Sana benzemişim yani?"
Tamam.
Buna düştüm. Güzeldi.
Afalladığımı fark etmiş olacak ki gülmeye başladı.
"Hey, bu kadar etkileneceğini düşünmemiştim!"
Omzuna sert olmayan bir yumruk attığımda inlemişti. "Bebeğim, bu sesini geceye bırakman lazım~ Şu an olmaz." cilveli bir şekilde konuştuğumda Jisung arsızca bana bakıp sırıtmıştı.
"Dört gözle bekliyorum."
Artık bedenlerimiz birbirimizin her bir köşesini ezberlemişti. O kadar uyumluyduk ki.. Adeta birbirimizi tamamlayan bir yap-boz parçası gibiydik. Fakat yap-boz parçalarının çok küçük olduğunu bilirsiniz. Ve elbet bir gün, o yap-boz parçalarından en az ikisi kaybolurdu.
Ona elimi uzattığımda anında tutmuştu. Hızlıca arabaya binmiş, Han nehrine varmıştık.
Çimenlik bir yere oturduğumuzda Jisung başını omzuma yaslayıp elleri ile belimi sarmıştı. Eminim ki dışarıdan ağaca sarılan bir koala gibi gözüküyorduk.
Bugün ikimizde simsiyah giyinmiştik. Arkamızdan baksanız hangimizin ben olduğunu anlayamazdınız.
Bir süre gelecekte neler yapmak istediğimizden bahsetmiştik. Başka bir ülkede evlenip, çocuk sahiplenmeyi ikimizde çok istiyorduk. Bir kız çocuğumuz olsa fena olmazdı. Şimdiden hayal edebiliyorum.
"Hanie baba~ Minie baba~ Çok şirin değil mi Jisung?" heyecanla konuştuğumda gülümseyerek başını salladı.
Bende başımı gülerek ona çevirdiğimde vakit kaybetmeksizin dudaklarıma yapışmıştı. Gülümsemem büyürken ona zevkle karşılık vermiştim.
İlk başlarda çok narince emdiği dudağımı, şimdi yılların acısını çıkartmak ister gibi, büyük bir hırsla ısırıyordu. Bu gece çok iyi şeylerin olmayacağından emindim.
Yavaş fakat sesli bir şekilde ayrıldığımızda ikimizin yüzünde de görülmeye değer parlak bir gülümseme vardı.
"Minho~ ben çok susadım. Şuradan su alıp gelir misin?" dediğinde gülerek başımı salladım. Su almaya giderken Jisung'a çikolata da alacaktım. Bunun gibi küçük hediyelere bayılıyordu.
(jisung)
Minho bana su almaya giderken bende onu bekliyordum.
Arkamda bir ağaç dalının kırılma sesini duyduğumda tam arkama dönecekken birden nefes alıp-vermem kesilmişti. İstesem de alamıyordum. Sonrasına ise birden gelen büyük bir acı. Kafamı eğdiğimde fark ettiğim şey ise benim karnıma saplanmış olan bir bıçaktı.
Karnımdan kanlar vakit kaybetmeden durmaksızın akarken etrafta gözlerimle Minho'yu arıyordum. Buraya gelmemeliydi. Son göreceği an benim kanlı bedenim olmamalıydı.
Arkamdan bir kıkırtı duyduğumda zar zor kafamı çevirmiştim.
Babam bana bakarak gülerken, yüzümü gördüğünde gülmesi solmuştu.
"S-sen, sen Minho değilsin? JİSUNG?! Tanrım a-amacım sana zarar vermek değildi! Minho'yu bıçaklayıp kaçacaktım! Ama demek Minho değilsin, izle. Onu da öldüreceğim." bunun babam olduğuna inanasım gelmiyordu. Bir insan bu kadar cahil ve acımasız olamazdı.
Ben hâlâ nefes almaya çalışırken Minho geldi. Beni gördüğünde yine o tapılası gülümsemesini sundu. Fakat karnımdaki kılıç ve kanı gördüğünde yüzünü göz yaşları kaplamıştı. Durmaksızın firar ediyorlardı.
"JİSUNG!"
Ağlayarak bana baktığında benimde göz yaşlarım akmaya başlamıştı.
Babam Minho'ya gözükmeden onun arkasından geliyordu. Minho'ya bağırmak çok istedim. 'Gelme seni de öldürecek!' çok demek istedim fakat diyemedim. Ağzımı açtım lakin hiç bir sözcük çıkamadan Minho'nun sırtına saplamıştı kılıcını.
"MİNHO!"
Ben atabildiğim kadar yüksek bir çığlık attığımda babam titrek adimlarla kaçmıştı. Minho ise bayık bayık bana bakıyordu.
Yavaşça dizleri üzerine düştüğünde aramızdaki bir adımı emekleyerek zar zor kapattığımda ona sarıldım. Ölmek istediğim son yer onun kollarıydı.
Ben onun kulağına yaklaştığımda yine aynı anda konuştuk.
Seni çok seviyorum, sevgilim.
Sonrasında ise ikimizinde bedenleri bir çöp poşeti gibi yere yığılmıştı. Ruhlarımız ise özgür bir dünyada yeniden ayrılmamak üzere birleşmişti.
༆
final😭
sonlarda aklımda canlandırınca ağladım biraz🤧
yazdığım ilk angst. eğer kötü olduysa ilkin günahı olmaz yani ne diyelim 🤷🏻♀️
sizi seviyorum 💗🥺💖🎀🍼💝💕
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kingdom of Han, minsung
أدب الهواة"Önemi yok, bunlar için üzülme. Siyah gülün anlamını biliyor muydun, Lee Know?" Minho, Jisung'a bakıp gülümsemişti. İkiside aynı anda konuştular. "Siyah güller ölümü ve imkânsız aşkı temsil eder." Tabi ikiside bu cümleyi söylerken, kendi aşklarının...