6. BÖLÜM ~Ruh Bedenden Önce Gelir~

703 66 7
                                    

2 hafta önce 6. Bölümü tam bitireceğim sırada sadece bir tuşla tüm bölümü sildim ve geriye alamadım. Sinirden ağlamış ve yazmayı bırakmıştım. Resmen wattpade küstüm diyebilirim. Beni tekrar yazmaya iten sebep ise az da olsa verilen oylardı ve verilen her oyda yazdığım hikayeyi beğenen birileri var diye düşündüm. Bu yüzden tekrar yazmaya başladım ve anca yazmayı bitirebildim.

Eğer kurgumu beğendiyseniz lütfen oy verip yorum yapın. Çünkü aldığım her oy beni mutlu edip yazmayı teşvik ediyor.

Şimdiden oy ve yorum yapmış ve yapan herkese çok teşekkürler ❤❤❤

Yaşadığım olağanüstü olayların üzerinden tam iki hafta geçmişti. Bu hafta boyunca sürekli diken üstündeydim. Yürürken sürekli arkama bakıyor, yaşadığım olaylara mantıklı bir cevap bulmak için dalgın dalgın düşünüyor ve evden ve okuldan başka hiç bir yere çıkmıyordum bahçeye bile.

Bu tedirgin hallerimi farketden Emma ve Jack bu hallerimin sebebini sorduklarında mantıklı bir cevabım olmadığı için sessiz kalıyordum. Jack Matthew ile yaşadığımız olayı duymuş, bu hallerimi o olaya yormuştu ve öfkeden deliye dönmüştü. Duymaması için o kadar çok dua etmiştim ama nafile üniversite ünivesite değil de sanki dedikodu hanıydı. Olayımızın üzerinde dakikalar geçer geçmez sınıf whatsapp grubumuza düşmüş o da yetmiyor gibi üniversitenin dedikodu sitesinde trend olmuştuk. Eskiden kimse tarafından görünmeyen kız olduğum için hayıflanırdım ama şimdi bu bir hafta boyunca ne kadar güzel bir şey olduğunu farkettim çünkü üniversitedeki herkes bana bakıp arkamdan fısıldaşıyordu bu da benim utanmama ve rahatsız hissetmeme sebep oluyordu. Oysaki bu iki senelik üniversite hayatımı sessiz sedasız bitirip mezun olacaktım ama şuan kötü bir şekilde popüler olmuştum.

Bu iki hafta boyunca bulduğum ilk fırsatta herkesden uzaktaki köşelerde antik mısır sınavına çalışıp kafamı boşaltmaya çalışıyordum. Bugün ise önemli bir gün yani antik mısır sınavı bugündü.

Sınavdan 2 saat önce sınıfa gelmiş antik mısır sınavı için çıkardığım notları tekrar gözden geçiriyordum. Piramitleri bitirip biraz da hiyolografi notumu gözden geçirmek için çantamdan çıkardığım notlarda ilk gözüme çarpan Horus'un sembolü oldu. Bu bir hafta boyunca İmhotep, Horus veya antik mısırla ilgili rüyalar görmüyordum. Hatta şu devasal büyüklükteki şahini bile. Bu yaşadığım olaylar hepsi rüyaydı bunu anlamam resmen iki hafta mı almıştı, böyle olağanüstü olaylar gerçek hayat da olmazdı sanki antik medeniyetler de  yaşıyormuşum gibi böyle hurafeler görmem saçmalıktı. Deli saçması düşünceleri bir kenara bırak ve dersine odaklan! Şu haftalar da sürekli olduğu gibi kendi kendimi motive edip sınava odaklanmaya çalışıyordum.

Sınava yarımsaat filan kalmış olmalıydı ki sınıfın çoğu şimdiden doluşmaya başlamıştı bunu anlamamak imkansız çünkü her sınavda olduğu gibi yarımsaat önce sınıfa gelip sınav çalışıyormuş gibi yapıyorlardı. Ders çalışmamaları yetmiyor gibi bağrıra bağıra dedikodu yapıp gülüşüp çok fazla ses çıkarıyorlardı. Hey! Burada ders çalışan biri var biraz saygı! Diye bağırmamak için kendimi zor tuttum. Zaten sınav konusunda yeterince strestliydim. oflayıp kafamı sinirle kaldırdığımda boş boş bana bakan  öğretmen masasına elleriyle arkaya doğru dayanmış Matthewi görmem bir oldu. Bu Matthewin benimle sorunu neydi hiçbir zaman anlamamıştım galibada anlayamayacaktım da. Yaklaşık 20 sn. Sonra filan bakışmamızı yarıda kesip kendi masasına doğru ilerledi ve sandalyesine oturdu.

Geçmiş zaman Matthew

Bir anlık kızgınlıkla Freya saldırmıştım. Aslında kızgınlığımın tek sebebi cani babamdı bu masum kız değildi. Hızlıca üzerimdekileri çıkkarıp kendimi duşa attım. Ilık suyun altındayken düşüncelere dalmaya başladım.

Babamın caniliği ile ilk tanışmam 5 yaşında olmuştu. Biricik melekler kadar masum ve güzel annemi kendi çıkarları için onu acımasız bir şekilde feda etmişti ve bu yaptığından hiçbir zaman pişman olmamıştı aksine yaptıklarından büyük bir zevk aldığını yüzünün her zerresinden belli oluyordu. Babası şeytanın ta kendisiydi.

Küçük Matthew yatma saatinin gece 10 da olmasına rağmen bugün uyumuş numarası yapıp annesini kandırmıştı. Çünkü bugün en yakın arkadaşı olan oyuncağı bay ayıcık bonny ile araba yarışı yapacaklardı. Saat gece yarısı 12 yi geçiyor olmalıydı ama küçük Matthewin uykusu hiç gelmemişti aksine büyük bir heyecan ile anne ve babasının uyumasını bekliyordu. Küçük Matthew ayıcık bonnyi eline alıp üstündeki örtüyü çekip ayağa kalkacağı sırada annesi ve babasının uyuyup uyumadığını anlamak için etraftaki sesleri dinlemeye başladı. Etraf çok sessizde hatta bu sessizği yadırgadı çünkü her uykuya dalmadan önce  babasının öksürüklerini dinleyerek uyurdu ama bugün etraf çok fazla sessizdi. Cumartesi günündeki akşam yemeği aklına geldi.

Her akşam olduğu gibi akşam yemeğine oturulmuş büyük yemek salonunda babasının öksürüklerinin eşliğinde yemek yeniliyordu. Küçük Matthew elindeki bıçak ve çatal ile önündeki bonfile eti kesmeyi çalışıyordu ama bir türlü beceremiyor ve annesinden yardımda isteyemiyordu çünkü ne zaman annesi ona yardım etse babası onun böyle aciz olmasının sebebi sensin diye annesini gözlerinin önünde dövüyordu çoğu zaman babası onu döveceği zaman bile annesi onu güvenli kollarına alıp cani babasından koruyordu.

Annesinin canının yanmasını istemiyordu buyüzden de bütün gece aç kalacağını bilse bile sesin çıkarmadan etini kesmeye çalışıyordu. Yemek sırasında babasının öksürüklerini şiddeti artmaya başladı ama korkusunda bir türlü babasına bakamıyordu. Aniden babasından öğürme sesleri gelince başını yemeğinden kaldırıp babasına doğru çevirdiği sırada gördüklerinden dolayı gözlerini korku ve şaşkınlıkla sonuna kadar açtı çünkü babası ağzını eliyle kapatmış ve parmaklarının arasından kanlar aktığını gördü. Babası elini ağzından çekip eline baktı ve sonra da Matthew’e. Matthew ağzından ve burnundan kan gelen babasını yüzünü incelemeye başladı çok hasta olmalıydı gözlerin altları mosmor, gözlerinin içi kan kırımızısı gibi olmuş ve ellerinde yer yer siyah noktalar vardı saçları ise bazı yerleri dökülmüştü. Babası hala ona kızgın bakışlarıyla ona bakıyordu. Babası bir an da sesli bir küfür savurup eliyle bastonunu almaya çalıştığı sırada Matthew korkudan kendisini masanın altına girmemek için zor zaptediyordu çünkü babası onu dövecekti biliyordu çünkü bakışları yine o kızgınlık vardı. Matthew kendisini sıkmış bir şekilde babasından gelecek hamleyi beklerken babasından hiçbir şey gelmediğini anlayınca korka korka bakışlarını o tarafa doğru çevirdi. Babası bastonuyla topallaya topallaya salondan çıkıyor olduğununu gördü. Kendisini rahatlamış bir şekilde koyverdi ve bakışlarını annesine çevirdi.

Annesine baktığında bakışları salonun kapısındaydı ve boş boş babasının arkasından bakıyordu. Ne bir kaygı ne de bir endişe vardı o güzel yeşil gözlerinde. Küçük Matthew dayanamayarak sordu.”Anne, babam çok hasta ölecek mi?” diye. Annesinin zümrüt yeşil gözlerinden iki damla yaş süzülmeye başladı ve titrek bir sesle oğlunun sorusuna cevap verdi. “Hayır. Keşke… keşke ölse ama o ölümsüz. Onun gibi şeytana nice hastalıklar bile öldüremez.” Dedi. Daha sonra annesi göz yaşlarını elinin tersiyle silerek yüzündeki tatlı bir gülümsemeyle Matthewe baktı. Işte o an küçük Matthew annesinin onu ne kadar çok sevdiğini bir kez daha anladı. O ne kadar mutsuz olursa olsun oğlunun yüzüne hep sevgiyle bakan bir anneydi. Annesinin sevgisi Matthewe yeter artardı bile başkasının sevgisine ihtiyacı yoktu babasının bile.

Küçük Matthew yataktan kalkmış arabalarının olduğu bölüme doğru ilerliyor bir yandan da oyun arkadaşı bay bonny ile konuşup onu uyarıyordu. “Şşştt… sessiz olmalısın bay bonny babam yatma saatimizde bizi oyun oynarken görmemeli. Eğer bizi  görürse seni benden alıp canını yakar ve bir daha seninle oynayamayız. Tamam tamam korkma benim annem seni de ondan korur tıpki beni koruduğu gibi.” Dedi annesinden bahsederken böbürlenerek.

Matthew bay ayıcık bonny ile araba yarışı yaparken bir anda pencere büyük bir gürültü ile açıldı ardında ise odanın içerisine doğru siyah bir duman süzülmeye başladı. Küçük Matthew bu dumanın ne olduğunu anlamdıramadı bir yerde yangın mı çıkmıştı? ama garip olan ise bu duman Matthewe doğru ilerliyordu. Matthewin küçük bedenine korku yayılmaya başladı çünkü duman büyük el şekline almış Matthewe doğru uzandığı sırada Matthew büyük bir korku ile ayıcık bonny yere atıp annesinin odasına doğru koşmaya başladı. Annesinin odası koridorun diğer ucundaydı ve malikanenin bu bölümünün koridoru çok uzundu sanki Matthew küçük ayaklarıyla oraya gidemeyecek gibi hissediyor daha çok panikliyordu.

Annesinin odasının kapısına gelince elleriyle kapının kolunu sımsıkı tutmuştu bir an önce kapıyı açıp içeriye girmeli ve kendisini annesinin güvenli kollarını atmalıydı, bu duman da koruyabilecek tek kişi annesiydi ama kalbinde bir sızı belirdi sanki bu kapıyı açınca annesini odada bulamayacak gibi bir his tüm benliğini kaplamışdı. Matthew korkarak arkasına doğru baktı ve o dumanı gördü. Duman karanlık koridordu yavaş yavaş süzülerek Matthawe doğru ilerliyordu. Matthew korkuyla kapının kolunu indirdiğinde odanın boş olduğunu gördüğü sırada bodrum katından tiz bir kadın çığlığını duydu. Küçük matthewin kalbi daha da sıkışmaya başladı çünkü bu çığlık annesine aitti. Matthew korku ile kapının kolunu daha da sıkıp “Anne!” diye çığlık attı ve kapının kolunu bırakıp bodrum katına doğru koşmaya başladı.

Malikane çok büyüktü ve etrafta tek bir ışık bile yoktu sadece pencereden vuran ay ışığı etrafı azda olsa aydınlatıyordu. O cılız  ışık Matthew’in azda olsa etrafını görmesini sağlıyordu.

Matthew ne kadar koştuğunu bilmiyordu henüz bodrum katına varamamasına rağmen şimdiden nefes nefes kalmıştı. Nefes alabilmek için elini boğazına götürüp öksürmeye başladı ve adımlarını hızlı bir şekilde koridorun diğer ucuna doğru ilerlettirdi. Öksürüklerinin yavaş  yavaş azaldığı sırada, gözleri etrafı incelemeye başladı burasının bodrum katı olduğunun kanatine vardı çünkü etraf eski eşyalarla dolu, içerisi buz gibi soğuk ayrıca havada keskin bir küf kokusu vardı.

Küçük Matthew etrafı incelemeyi bırakıp gözlerini ileriye doğru çevirdiğinde bodrum katının koridorunun en ucundaki büyük eskimiş demir kapısı olan bir depo vardı. Küçük Matthew karanlıkta daha da iyi görebilmek için gözlerini kısıp ileriye doğru baktığında Depoda sarı renkte ışık yanıyor olduğunu gördü ve annesinin orada olduğunu düşünüp hızlıca oraya doğru ilerledi.

Adımlarını her ilerlettiğinde kalbi korku ile daha hızlı atmaya başladı, korkuyordu çünkü annesinin bu saatte ve bu karanlıkta bodrum katında ne işi vardı? Peki ya attığı o acı çığlığın sebebi de neydi? bu sorular aklına üşüyor ve bu da Matthew’in korkusunu kat ve kat artmasına sebep oluyordu.

Deponun demir kapısına vardığında öylece donmuş şekilde kala kaldı. Çünkü büyük deponun içerisine yüzlerce mumlar yakılmış ve ortasında da büyük bir ateş yanıyordu. Ateşin 3 5 adım ilerisinde annesi dikdörtgen bir betona kalınca iplerle bağlanmıştı ve annesi bu iplerden kurtulabilmek için var gücüyle çırpınıyordu. Matthew tüm gece ağlamamak için tuttuğu göz yaşlarını annesini bu halini görünce artık koyvermiş ve korku ile dinozor baskalı pjamasını tüm gücüyle sıkmaya başlamış orada sadece öylece durmuş ağlayarak annesine bakmaya başlamıştı.

  Annesi kafası kaldırıp yanan ateşin diğer tarafına doğru birisine “Seth! Lütfen bırak beni!” diye yalvarmaya başladı. Bakışlarını annesinin yalvardığı kişiye doğru çevirdiğinde bir anda şaşıkınlık tüm benliğini ele geçirmişti. Çünkü o kişi babasından başkası değildi.

Annesi babasına Seth demişti ama babasının adı Seth değildi ki? Peki ya Babası annesini neden bağlamıştı?

Matthew düşüncelerinde sıyrılıp babasını incelemeye başladı. Babasının üzeri çıplak, göğsü siyah renkli değişik sembollerle kaplıydı ve elinde de siyah eskimiş deri ile kaplı bir kitap vardı. Babası kitapdan birşey okuyor ama Matthew ne dediğini anlamıyordu. Etrafa baktığımda depo 7 8 tane kafası kel olan adamlar dolu olduğunu gördü. Dizlerin üzerini çökmüş ve başları öne eğik bir şekilde babasının dediklerini tekrar ediyorlardı.

Annesi çırpanarak yardım aramak amacıyla kafasını kapıya doğru çevirdiği an oğlunu görünce yeşil gözlerinde akıttığı göz yaşları daha da artmaya başladı. Biraz önce ölecek o değilmiş gibi çırpınmaya bıraktı ve Küçük Matthewin gözlerin içine bakıp yalvarmaya başladı. “Lütfen! Burada uzaklaş anneciğim yalvarırım, kaç kurtar kendini!” diye yalvarıyordu. Ama Matthew orada öylece heykel gibi durmuş  sadece çaresizce ağlıyordu. Ne gidip annesini oradan kurtarabiliyor ne de oradan kaçabiliyordu.

MUMYA'NIN AŞKI ~İMHOTEP ~ (KASIM AYINDAN İTİBAREN DEVAM EDİLECEKTİR!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin