E.S.S.- Doesn't Feel Right
MARINA- Valley Of The Dolls
Strandels- Breathe It InGülümsedim. Maskeyi yerine yerleştirdim. Artık tamamen hazırdım.
Elimi kaldırıp kapıyı birkaç kez tıklattım. Birkaç saniye ardından açıldı. Genç yaştaki hizmetli kapıyı açıp çekildi. Onu daha önce de görmüştüm. Adını bilmiyordum. Bilmeme gerek yoktu. İlerledim. Topuklu ayakkabımın sesi yankılandı. Sert adımlarımla ilerledim. Altın işlemeli aynalar, altın kaplı vazolarla süsülü holü geçip asıl yere ilerledim.
Gülümsememi genişlettim. Geniş kapıdan içeri adımımı attım. Bakışlarımı çevirdim. Oradaydılar. Oturuyorlardı. Mutlu aile tablosu. Birazdan benim de dahil olacağım tablo.
"Hoş geldin canım. Yemeğe geçelim istersen saat geç olmadan."
Konuştu annem ince sesiyle. Birlikte ayağa kalktılar. Ben de peşlerinden yürüdüm. Üzerine binbir çeşit yemek konulmuş tahta masaya ilerledim. Her zamanki sandalyemi çekip yerime yerleştim. Bana ait olmayan yerime.
Sonra o oturdu, baş köşeye. Üstünde kaliteli ve pahalı bir takım elbise vardı. Koluna taktığı saati de diğer her şeyi gibi markaydı. Hafif beyazlaşan saçları geriye taranmış, her zamanki gibi.
Karşıma annem oturdu. Ece Hanım. Ece Şanlıyoz. Sarı saçlarını omuzunda kestirmişti yine. Üstüne puantiyeli siyah beyaz bir gömlek ile diz altında dar siyah bir etek giymişti. Tırnaklarına alışıldık rengini, kırmızıyı sürmüştü.
Sonra annemin yanına oturdu, biricik kız kardeşim. Melin Şanlıyoz. Sarı saçlarını düzleştirmiş. Üzerine mavi bir elbise giymişti.
Onlara baktım. Uyum içindeydiler. Aileydiler. Ben? Ben mi?
Siyah, simsiyah uzun saçlarımı toplamıştım. Annemin inadına. Üzerimde beyaz ceket elbise vardı. Onlara uymuyordum. Yakışmıyordum. Umursamadım.
"Bir aydır buraya gelmiyorsun. Kendi evine geçtin bizi unuttun." Çorbalarımız servis edildi. Bir tür fransız çorbasıydı ve içinde bir sürü deniz mahsülü vardı, nefret ederdim.
Gülümsedim. Doğal gülümsememle değil. Yapaydı. Burada yapaydım. Yabancıydım.
"Çağırdığın zaman geliyorum."
"Eve çıkmanın şartı olarak cuma günleri aile yemeği yiyeceğimize söz vermiştin." Formaliteydi.
Konuşmadık. Çok konuşmazdık zaten. Yemekler servis edildi. Annemin göz ucuyla ne kadar yediğime baktığını biliyordum. Tabağımın çeyreğini bile yemedim. Bir an önce buradan gitmek istiyordum.
Babam, hah üvey babam! Hikmet Bey. Hikmet Şanlıyoz tabağını itekleyip aldığı peçeteyle zarif bir şekilde dudaklarını temizleyip bana döndü. Bir şey geliyordu. Bomba!
"Yarın bir davet vereceğim. Oraya gelmeni istiyorum. Ayrıca bundan sonra şirkette zaman geçirmeye başlasan iyi olur."
"Ayarlamaya çalışırım." Sandalyemi yavaşça geriye itip ayağa kalktım.
"Gidecek misin? Biraz daha kalsaydın?" Yüzüme bile bakmadan sorduğu soru benimle ilgilendiği için değildi.
"İşlerim var. Şu an bu ortamda istendiğimi pek sanmıyorum zaten."
Ayağa kalkıp ilerlemeye başladım. Kapıdan çıkarken duyduğum seslerle yüzümü buruşturdum.
"Baba bugün yeni bir elbise aldım. Kesinlikle görmen lazım."
"Öyle mi? Bakalım birlikte."
Mükemmel baba kız.
Çıkacağımı anlamasıyla hızla kapıya koşturdu hizmetçi kız. Kapıdan çıktım. Soğuk yüzüme vurdu. Kendime geldim. Elimdeki telefondan istediğim numarayı bulup tuşladım. Telefonu kulağıma götürürken bir yandan arabama yürüyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
erazin
Action*Kuklalar, sahipler, seyirciler. Dünya üçünden oluşuyordu. Kuklalar görünmez sahipleri tarafından oynatılmaya devam ediyordu, sahibininin istediği gibi hareket itmeyenin ipi kesilirdi, sahneden yok edilirdi. Oyun bitince seyirciler alkışlardı ve sah...