Bölüm 16

4.3K 220 6
                                    

"Kaçış"

Soğuktur Ankara. Karı soğuk, gecesi soğuk, aşkı soğuk, nefreti soğuk.. Ne işin var Ankara'da? Ne işin var karın bile örtemediği karanlıkta, ne işin var yağmurun ıslatamadığı kaldırımlarda? Ne işin var nefreti kalbinin zirvesine varan insanda?

Kaç git, bakma arkana, bıraktıklarına. Kaç, vazgeçmeden kaç vazgeçtiklerinden!  Ankara'nın sokaklarında, yolların denize çıkana dek kaç. Bir umut bıraktıysa bu şehir sende, kullan içindekini. Hislerini.. Hissettiklerini. Bakma arkana, siyah gözlere. Bakma, hayatını bitirdiğine. Vazgeç ağlamaktan, vazgeç sevmekten. Sen hiç uslanmaz mısın? Hayatın mükemmelken yaşayamaz mısın? İllahi bir çukur mu olmak zorunda sende? İllahi siyahı mı sevmelisin maviyken!

Ağlamamak için tavana baktığın her saniye dahada öldürür seni hayat. Dahada yakar canını, tavandan tabana dek!  Özgürlüğün kısıtlanır birkaç saniyede, kölesi olursun hayatın. Sanki hiç olmamışsın gibi. Sanki hiç yakmamış seni kendi ateşinle. Öyle masum öyle saf durur ki karşında.Yakamazsın sen onu, çekemezsin üstüne. En iyisidir rolünün, en içteni. Peki sonra ne olur biliyor musun? Ben bilmiyorum, boşluktayım. Çıkamıyorum, çırpınıyorum, bağırıyorum, yırtılıyor sesim boğazımı, gözlerimdeki yaşlar akın ediyor yanaklarıma, yanaklarımdan boğazıma, şah damarıma. Nefesimi kesiyor kendi yaşım, kendi sesim. Boğuluyorum, yavaş yavaş batıyor . Soğuğunu yediğim Ankara'nın denizinde batar mı titanic?

Yanan gözlerimi yavaşça araladığımda endişeyle bana bakan onca göz vardı üzerimde. ''Beni ona,'' yutkundum ''Beni ona götürürmüsünüz?''

Birbirlerine dönen gözler bir süre beni karanlıkta tek bıraktı, ve kolumdan tutan hemşire çıkardı beni yağmurdan. Koridorda ilerledim bir süre hemşirenin yanından usulca. Ayağım sendeliyordu yavaştan yavaştan. Düşmemek için duvara yaslandığımda tuttuğum onca gözyaşı akıp gitti bağırışlarımla birlikte. Kolumdaki elini sertleştirip beni kaldırdı hemşire. Ve devam ettik ben ağlayarak oysa bana acıyarak bakarak. Canımın acısına mı acıyordu?

Simsiyah kapıya geldiğimizde uzaklaştı benden ve boş kolidor da ayak seslerini bırakarak gözden kayboldu. Arkasından bakacak vakti bulmadım kendimde. Biran açtım kapıyı, yutkunup girdim içeriye. Bir ışık aradım geceyi gözlerimden silecek bir ışık. Yatağa doğru baktığımda boş olduğunu gördüğüm dahada aradım odayı. Ve sert bir şeye çarpınca donup kaldım olduğum yerde. Başım göğsüne geleni görmek için yavaşça kaldırdım çenemi. Gözlerine denk geldiğimde duraksadım, o siyahlık..

Odanın karanlığını bile yutacak siyah gözler karşıladı beni odada. Nasıl tanımam? Kollarımı göğsünden çekip sardım kendime. Ne işi vardı burada? ''Sen, sen''  şimdi Ankara, Ankara olmuştu. ''Yine ne için geldin sen ha? Yetmedi mi aldıkların? Benden, annemden çaldıkların yetmedi mi?''

Bana bir adım atarak yaklaştı. O an yağmur döndü kara, kar soğuğuna! ''Bak Rengin, kızım'' Sesinde endişe vardı. Bana kızım mı demişti o? ''Benden duymanı gerektirecek şeyler var.'' Eliyle saçımdan bir tutamı arkaya attı. Elini yavaşça indirip ittirdim kendimden.

''Ne dinlemesinden bahsediyorsun sen? Hayatımı bitirdiniz siz benim! Olmayan hayatımı! Defol git.'' 

''Size çarpan bendim.'' 

''Ne?'' Soru yoktu sözlerimde, hayrette yoktu. Tek, acı vardı, acının bedene bürünmüşüydüm bu gece. Kelimelerini tek tek hazmettim aklımda. Serptim, serpiştirdim oradan oraya. 

''Benim suçumdu üzgünüm küçük prenses.'' Küçük prenses! Uğur Uysal'ın küçük prensesi. Yanmış bitmiş hayatımın parçası küçük prenses. Gözlerimdeki yaşları geri gönderdim. Bu kez hesap vakti geçmişti bana ama ne soracaktım. Neyin hesabını? Neyin cezasını çıkaracaktım bu adamdan? Sevdiğim ikinci adamı benden çalmasının mı? Hangi bir soruya yeterdi ki kelimeler? Hangi birine?

Acımasız KralHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin